Cevap: Kalp, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası demek değildir. Ona yürek denir. Yürek, hayvanda da bulunur. İnsana mahsus olan kalbe (gönül) diyoruz. Kalp, bir kuvvettir, görünmez. Tesirleri ile, eserleri ile tanınır. Elektrik cereyanı da görünmüyor. Ampulden geçtiği zaman, rezistans telini ısıtarak, ışık saçtırdığı için, ampulde bulunduğunu anlıyoruz. Hâlbuki, elektrik madde değildir. Bir yer kaplamaz. Kalp dediğimiz kuvvet de, madde değildir. Yer kaplamaz. Yürek denilen et parçasında eserleri göründüğü için, kalbin yeri yürektir diyoruz.
Kalp adalesi veya kapakları bozuk olup ameliyat ile düzeltilemeyen kimsenin yüreği çıkartılarak, ölüm hâline gelmiş olan başkasının sağlam yüreği buna takılmaktadır. Kalp takılanların birkaç günde öldüklerini işitiyoruz. Yaşayacaklarını düşünürsek, bunların gönül dediğimiz kalp latifesi değişmemekte, kalbinde ve ruhunda bir değişiklik olmamaktadır. Yürek veya başka bir organ takılan kimse gençleşmez. Yaşı ilerlemesine devam eder. (Tam İlmihal s. 1049)
***
Sual: Korkulu yerlerde ve düşman karşısında okunacak belli bir dua veya dualar var mıdır?
Cevap: Bu konuda Mektûbât kitabında şu bilgi verilmektedir:
“Korkulu yerlerde ve düşman karşısında, emin ve rahat olmak için Li îlâfi sûresini okumalıdır. Tecrübe edilmiştir. Her gün ve her gece, hiç olmazsa, onbirer defa okumalıdır. Hadîs-i şerifte buyuruldu ki; (Bir yere gelen kimse “E'ûzü bikelimâtillâhit-tâmmâti min şerri mâ haleka” okursa, o yerden kalkıncaya kadar, ona hiçbir şey zarar, kötülük yapmaz.) Korkulu şeyden kurtulmak ve bir dileğe kavuşmak için, Tâhâ sûresinin 37. âyetinden ‘Vele-kad’dan, 39 sonuna ‘alâ aynî’ye kadar kâğıda mürekkeple yazıp, bir şeye yedi kere sarıp, yanında taşımalıdır. Faydası çok görülmüştür.”
***
Sual: “Öğleden önce olan sünneti terk eden, şefaatime kavuşamaz” hadîs-i şerifindeki "şefaatime kavuşamaz"dan maksat nedir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Namazların sünnetlerine ehemmiyet, kıymet verip, tembellikle, özürsüz ve çok zaman terk eden, azarlanır. Fakat şefaatten mahrum kalmaz.” (Öğleden önce olan sünneti terk eden, şefaatime kavuşamaz) hadîs-i şerifi, özürsüz ve ısrar ile terk eden kimse, bu namaz için olan ve derecenin yükselmesine yarayan şefaatime kavuşamaz demektir.” Özür ile terk etmenin, buna mani olmayacağı, İbni Âbidînde ve İmdâdın Tahtâvî haşiyesinde yazılıdır. Zaten, sünnetleri kaza niyeti ile kılınca, bu sünnet terk edilmiş olmaz.
***
Sual: Bir kimse, abdestli olduğunu zannederek namaz kılsa, bu kıldığı namazdan da sevap alır mı?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eşbâhda deniyor ki:
“Bir ibadette sevap hasıl olması için, yalnız bu ibadetin sahih olması şart değildir. Halis niyet edilmesi de şarttır. Halis niyet ederek yapılan bir ibadet, bilmeyerek fasit olursa, sahih olmaz. Fakat niyet edildiği için, çok sevap hasıl olur. Mesela, abdestli olduğunu zannederek, abdestsiz kılınan namaz sahih olmaz. Fakat, niyetine karşılık çok sevap verilir. Necis, pis olduğunu bilmediği suyu, temiz zannederek, bununla abdest alıp kılınan namazın şartı noksan olduğu için sahih olmaz ise de, niyet mevcut olduğu için sevap verilir. Şartlarına uygun olduğu için sahih olan bir namaz, riya, gösteriş için kılınırsa, sevap hasıl olmaz.”
***
Sual: Zamanımızda çok kimse, “Herkes Kur’ândan okur anlar ve amel eder” diyor. Gerçekten herkes Kur’ândan hüküm çıkarabilir mi?
Cevap: Mısırlı mezhepsiz Reşîd Rızâ, El-muhâverât ismindeki kitabında, Ehl-i sünnet mezhebine ve fıkıh kitaplarına saldırmış ve Diyanet İşleri eski başkanlarından Hamdi Akseki, bu zararlı kitabı Arabiden Türkçeye tercüme etmiş Mezâhibin telfîkı ve İslâmın bir noktaya cemi yani İslâmda Birlik ve Fıkıh Mezhepleri ismini verip, 1916’da İstanbul’da bastırmıştır. Bunlar ve benzeri mezhepsizlerin yazıları dikkatle okunursa, sapık düşüncelerini ve bölücü görüşlerini, çürük mantık zincirleri ve yaldızlı kelimelerle süsleyerek Müslümanları aldatmaya çalıştıkları hemen görülür. Cahiller, bu yazıları mantık, akıl çerçevesinde, ilme dayanıyor sanarak inanır, arkalarına takılırlar ise de, ilim ve keskin görüş sahipleri, asla bunların tuzaklarına düşmez. Müslümanları sonsuz felakete sürükleyen mezhepsizlik tehlikesine karşı, Yusuf Nebhânî hazretleri Huccet-ul-lahi alel-âlemîn kitabında buyuruyor ki:
“Kur'ân-ı kerimden hüküm çıkarmak, herkesin yapabileceği bir şey değildir. Müctehid imamlar bile, Kur'ân-ı kerimdeki hükümlerin hepsini çıkaramamışlardır. Resûlullah efendimiz, hadîs-i şerifleri ile açıklamıştır. Kur'ân-ı kerimi, ancak Resûlullah efendimiz açıkladığı gibi, hadîs-i şerifleri de, yalnız Eshâb-ı kiram ve müctehid imamlar anlayabilmişler ve açıklamışlardır.
Allahü teâlâ, müctehid imamlara akli ve nakli ilimleri, idrak, anlama kuvveti, keskin zihin, ziyade, çok akıl ve daha nice üstünlükler ihsan eylemiştir. Bu üstünlüklerin başında, takva, haramlardan sakınmak gelmektedir. Bundan sonra, kalplerindeki nur-u ilahi gelmektedir. Müctehid imamlar, bu üstünlükler yardımı ile, Allahü teâlânın ve Resûlullah efendimizin kelamlarından onların muratlarını anlamışlar, anlayamadıklarını Kıyâs ile bildirmişlerdir. Dört mezhep imamının her biri, kendi reyi, görüşü ile konuşmadığını bildirmiş ve talebelerine; 'Sahih hadîse rastlarsanız, benim sözümü bırakın. Resûlullahın hadîsine uyun!' demiştir. Mezhep imamları, bu sözü, kendileri gibi müctehid olan derin âlimlere söylemişlerdir. Bu âlimler, dört mezhebin delillerini bilen, tercih ehli olanlardır.”