Cevap: İslâm nimetlerinin elden çıkmasına sebep olanlar iki kısımdır:
Birincileri, düşmanlıklarını açıklayan kâfirler olup, bunlar bütün silahlı kuvvetleri, propaganda vasıtaları ve siyasi oyunları ile, İslâmiyeti yıkmaya uğraşıyorlar. Müslümanlar, bunları biliyor ve onlardan üstün olmaya çalışıyor.
İkinci kısım kâfirler, kendilerine Müslüman ismini ve süsünü verip, din adamı tanıttırıp, Müslümanlığı, kendi akılları ile, keyiflerine uygun bir şekle çevirmeye uğraşıyor, Müslümanlık ismi altında, yeni, uydurma bir din kurmak istiyorlar. Müslümanların çoğu bu düşmanları, bazı sözlerinden ve İslâmiyeti yıkıcı davranışlarından seziyor ise de, çok kurnaz idare edildikleri için, birçok sözleri revaç bulup, Müslümanlar arasında yerleşiyor. Bazıları da;
“Bu asırda yaşayabilmemiz için, milletçe, topluca garplılaşmalı, batılılaşmalıyız” diyor. Bu sözün iki manası vardır:
Birincisi, batılıların fende, sanatta, imar ve refah vasıtalarında bulduklarını öğrenmek, yapmak, bunlardan istifadeye çalışmaktır ki, bunu İslâmiyet de, zaten emretmektedir. Fen bilgilerini öğrenmenin farz-ı kifâye olduğu, kitaplarda, vesikaları ile bildirilmiştir. Bir hadîs-i şerifte;
(Hikmet yani fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyuruldu. Fakat bu, batıya uymak değil, ilmi, fenni onlarda bile arayıp almak ve onların üstünde olmaya çalışmaktır.
İkinci manada batılılaşmak ise, ecdadımızın doğru ve mukaddes yolunu bırakıp, batının bütün âdetlerini, ahlaksızlıklarını ve hepsinden daha acı olarak, dinsizliklerini alıp, camileri kilise ve eski sanat eseri şekline sokmak, Müslümanlığa gerilik dini, Kur’ân-ı kerime çöl kanunu, puta tapmaya, ibadete müzik karıştırmaya modern ve medeni din demek, İslâmiyeti bırakıp, Hristiyanlığa, musiki aletleri ile ibadete dönmeye, Dinde reform ismini vermektir.
Herkes şunu iyi bilmelidir ki, bu milletin damarlarında dolaşan asil kan, ne bugün, ne de, onların ümitle bekledikleri günlerde, bu manada asla batılılaşmayacak, dinsiz olmayacak, zındıkların yalanlarına aldanmayacaktır. Ecdadının mukaddesatını ayaklar altında çiğnetmeyecektir!
***
Sual: İslâmiyetle fen ve tıp ilişkisi nasıldır?
Cevap: Fen (Mahlûkları, hâdiseleri görmek, inceleyip anlamak ve deneyip benzerini yapmak) demektir ki, bu üçünü de, Kur’ân-ı kerim emir etmektedir. Fen bilgilerine, sanata, en modern harp silâhlarını yapmağa uğraşmak, farz-ı kifâyedir. Düşmanlardan daha çok çalışmamızı, dinimiz emir etmektedir.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” fenni emir eden pek canlı sözleri kitaplarda bildirilmiştir. O hâlde, İslâmiyet, fenni, tecrübeyi, müspet çalışmayı emir eden dinamik bir dindir.
İslâm dinine karşı olanlar, ona doktorluk ile de saldıramıyor. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, tıp bilgisini çeşitli şekillerde medih buyurdu. Meselâ, (İlim ikidir: Beden bilgisi, din bilgisi). Yani ilmiler içinde en lüzumlusu, ruhu koruyan din bilgisi ve bedeni koruyan sıhhat bilgisidir diyerek, her şeyden önce, ruhun ve bedenin zindeliğine çalışmak lâzım geldiğini emir buyurdu. Bu hadîs-i şerif, (Riyâd-ün-nâsıhîn) üçyüzseksenbirinci [381] sahifesinde yazılıdır ve (Zübdet-ül-ahbâr)dan aldığını bildirmektedir.
Bunun, imâm-ı Şafinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” sözü olduğunu bildirenler de vardır. Bu yüce imamın her sözü, âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerin açıklamasıdır. İslâmiyet, beden bilgisini, din bilgisinden önce öğrenmeği emir ediyor. Çünkü, bütün iyilikler, bedenin sağlam olması ile yapılabilir. (Tam İlmihal s. 1045)