Cevap: İbadetler yapılırken, yalnız ağız ile söylemeye niyet denmez. Kalp ile niyet edilmezse, dört mezhepte de namaz sahih olmaz. Resûlullah efendimizin, Eshâb-ı kiramın ve Tabiinin hatta dört mezhep imamının ağız ile niyet ettikleri işitilmemiştir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Niyet kalp ile olur. Ağız ile niyet etmek bidattir. Bu bidate, hasene demişlerdir. Halbuki bu bidat, yalnız sünneti yok etmekle kalmıyor, farzı da yok ediyor. Çünkü çok kimse, yalnız ağız ile niyet ederek, kalp ile niyet etmiyorlar. Böylece, namazın farzlarından biri olan kalp ile niyet yapılmıyor. Namaz kabul olmuyor. Bu fakir, hiçbir bidati, hasene olarak bilmiyorum. Hiçbir bidatte güzellik görmüyorum.”
Ağız ile niyet etmek, Şafii ve Hanbelide sünnettir. İbni Âbidînde deniyor ki:
“Namaza başlarken niyet etmenin farz olduğu söz birliği ile bildirildi. Niyet yalnız kalp ile olur. Yalnız ağız ile söylemek bidattir. Kalp ile niyet edenin, şüpheden, vesveseden kurtulmak için, söz ile de niyet etmesi caiz olur.”
***
Sual: Bir kimse, namaz kılarken, o namazın vaktinin girdiğini bilmese ve o vaktin farzını kılmaya diye de niyet etmese, kıldığı namazlar boşa mı gider?
Cevap: Bir kimse, senelerce, öğleyi vaktinden önce kılmış olsa, ve hepsine de; “Üzerime farz olan öğleyi kılmaya” diye niyet etse, o günkü öğleyi düşünmese, her gün bir evvelki öğleyi kaza etmiş olur. Yalnız son öğleyi ayrıca kaza etmesi lazım olur. O günkü öğleyi niyet etse, eda dese de, demese de, her gün o günkü öğleyi eda etmiş olup, vaktinden önce oldukları için, hiçbiri öğlenin farzı olmaz, nafile olurlar. Hepsini kaza etmesi lazım olur. Görülüyor ki, namazların vakitlerini bilmekle beraber, o vaktin içinde kılmış olduğunu da bilmek lazımdır.
***
Sual: Açlıktan ölmek üzere olan bir kimse, başkasının malını, ölümden kurtulacak kadar yiyebilir mi?
Cevap: Mecellenin otuzikinci maddesinde; “Zaruret içinde olmak, başkasının hakkını gidermez” deniyor. Açlıktan ölecek olan bir kimse, başkasının malını, ölümden kurtulacak kadar yiyebilir ise de, bunun değerini veya mislini ödemesi lazım olur. Başkasının malını yemek, şarap içmekten daha büyük günahtır.
***
Sual: Din alimlerinin özellikleri nelerdir, ne gibi vasıfları vardır?
Cevap: Din alimi olmak için, edebiyat ve fen üzerinde, fen ve edebiyat fakültelerinden diploma almış olanlar kadar bilgi sahibi olmak, Kur’ân-ı kerimi ve manalarını ezberden bilmek, binlerle hadîs-i şerifi ve manalarını ezber bilmek, İslâmın yirmi ana ilminde mütehassıs olmak ve bunların kolları olan seksen ilmi iyi bilmek, dört mezhebin inceliklerine vâkıf olmak, bu ilimlerde ictihad derecesine yükselmek, tasavvufun en yüksek derecesi olan (Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye) denilen kemâle yetişmiş olmak lâzımdır. Böyle bir alim şimdi nerede? Şimdi, din adamı tanınanlar, mükemmel arabca bilenler, acaba bu büyüklerin kitaplarını okuyabilir ve anlayabilir mi? Şimdi böyle bir alim meydana çıksa idi, kimse dine saldıramaz, hayasızca iftiralar savuran kahramanlar(!) kaçacak yer arardı. Eskiden medreselerde, camilerde, zamanın fen bilgileri de okutulurdu. İslâm alimleri fen bilgilerini öğrenmiş olarak yetişirdi. Sultân Abdülmecid zamanında, mason Reşit paşanın, İngiliz sefiri ile beraber hazırladığı ve 26 Şaban 1255 [m. 1839] da ilan ettiği Tanzimat kanunu, fen derslerinin medreselerde okutulmasını yasakladı. Böylece, din adamlarının cahil olmalarına ilk adım atıldı. (Tam İlmihal s. 1047)