Cevap: Hanefi mezhebinde, yalnız Arafat meydanında ve Müzdelifede hacıların iki namazı cem etmeleri lazımdır. Öğle ile ikindi Arafat meydanında, akşamla yatsı da Müzdelifede cem edilir.
Maliki ve Şafii mezheplerinde, seferde, hastalıkta ve ihtiyarlıkta öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazları cem edilebilir. Yani ikisinden birisi, diğerinin vaktinde kılınabilir.
Hanbeli mezhebinde, seferde, hastalıkta, kadının emzikli veya müstehâza, özürlü olmasında, abdesti bozan özürlerde, abdest ve teyemmüm için meşakkat çekenlerde, âmâ ve yer altında çalışan gibi, namaz vaktini anlamakta aciz olanın, canından, malından ve namusundan korkanın ve maişetine zarar gelecek olanın, iki namazı cem etmeleri caiz olur.
Namazı kılmak için işlerinden ayrılmaları mümkün olmayanların, bu namazlarını kazaya bırakmaları, Hanefi mezhebinde caiz değildir. Bunların, yalnız böyle günlerde, Hanbeli mezhebini taklit ederek, kılmaları caiz olur. Cem ederken, öğleyi ikindiden ve akşamı yatsıdan önce kılmak, birinci namaza dururken, cem etmeyi niyet etmek, ikisini art arda kılmak ve abdestin, guslün ve namazın Hanbeli mezhebindeki farzlarına ve müfsidlerine uymak lazımdır.
***
Sual: Haram, günah olan şeyleri, mesela fırından ekmek çalıp açları doyurmak gibi iyi niyetle yapınca yine bunlar haram, günah olur mu?
Cevap: Günahlar, niyetsiz veya iyi niyet ederek işlenirse, günah olmaktan çıkmaz. (Ameller, niyete göre iyi veya kötü olur) hadis-i şerifi, taatlara ve mubahlara niyete göre sevap verileceğini bildirmektedir. Bir kimse, birinin gönlünü almak için başkasını incitse veya başkasının malı ile sadaka verse, yahut haram para ile mektep, cami yaptırsa, bunlara sevap verilmez. Bunlara sevap beklemek, cahillik olur. Zulüm, günah, iyi niyet ile işlenirse, yine günah olur. Böyle işleri yapmamak sevaptır. Bilerek yaparsa, büyük günah olur. Günah olduğunu bilmeyerek yaparsa, Müslümanların çoğunun bildiği şeyleri onun bilmemesi, öğrenmemesi de günah olur. Gayr-i müslim memleketlerde dahi olsa, İslâm bilgilerinin şâyı yani yaygın olduğu yerlerde, cehalet, bilmemek, özür olmaz, günah olur.
***
Sual: Peygamberlerin dinine uymadıkça, yani Allahü teâlâdan başkasının ibadete lâyık olmadığını bilmedikçe, şirkten, müşrik olmaktan kurtulmak mümkün olmaz mı?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının üçüncü cilt 3. mektupta buyuruyor ki: (Lâ ilâhe illallah) kelime-i tayyibesini tekrar tekrar söylemekle, vücûdü lâzım olanın Allahtan başkası olmadığı ve Ondan başkasının ibadete hakkı bulunmadığı bildirilir. Bu ikisinden en faydalısı, başkasının ibadete hakkı olmadığıdır ki, bunu ancak Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bildirmiştir. Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vettehıyyât” uymayanlar da, Allahü teâlâdan başkasının vücûdü lâzım değildir diyor. Vâcib-ül-vücûd birdir diyorlarsa da, ibadete müstahak olmakta aldanıyorlar.
Allahü teâlâdan başka, ibadet olunmağa lâyık kimse olmadığını anlayamıyor, başkalarına tapınmaktan sıkılmıyorlar. Kilise yapmaktan çekinmiyorlar. Kiliseleri yıkan, putlara, heykellere, diri veya ölü bir insana tapınmağı önleyen, yalnız Peygamberlerdir “aleyhimüssalevâtü vettehıyyât”. Bunlar, Allahü teâlâdan başkasına tapanlara (Müşrik) demişlerdir. Müşriklerin, (Allahü teâlâdan başkasının varlığı lâzım değildir. Ondan başkası, olsa da olur, olmasa da olur. Vâcib-ül-vücûd yalnız Odur) deseler de, başkasına taptıkları için, yine müşrik olduklarını beyan buyurmuşlardır. Çünkü, Allahü teâlâdan başkasına ibadet olunmamasına ehemmiyet vermişlerdir.
Yani söze değil, işe kıymet vermişlerdir. Çünkü, Ondan başkasının ibadete hakkı olmayınca, Ondan başka Vâcib-ül-vücûd yok demektir. O hâlde, bir kimse, Peygamberlerin dinine uymadıkça, yani Allahü teâlâdan başkasının ibadete lâyık olmadığını bilmedikçe, şirkten, müşrik olmaktan kurtulamaz. Şirkin kısmalarından ve insanın kendinde ve dışarda bulunan ilâhlara tapınmaktan sıyrılamaz. İnsanı bundan kurtaran, ancak Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” dinleridir. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gönderilmesinden maksat da, insanları bu devlete, bu nimete kavuşturmaktır. Bu büyüklere uymadıkça, şirkten kurtulmak nasip olmaz. Onların milletine girmedikçe, tevhid mümkün olamaz. (Tam İlmihal s. 907)