Cevap: Resulullah efendimiz; (Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işlerinize çalışınız!) buyuruyor. İmâm-ı Münâvî'nin bildirdiği hadis-i şerifte; (Elhikmetü dâlletül-mü'min) buyuruluyor. Yani, (Hikmet, fen bilgileri, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyuruluyor. İslam dininin, cemiyetlerin kalkınmasını desteklediğini, medeniyete ışık tuttuğunu, dost düşman bütün ilim adamları, söz birliği ile söylemektedir. İngiliz lordlarından Lord Davenport, Londra’da basılan, İngilizce Hazret-i Muhammed ve Kur’ân-ı kerim ismindeki kitabında; “İlme ve irfana, Müslümanlardan daha derin saygı gösteren bir millet gelmemiştir” sözü ile başlayarak, İslâmiyetin cemiyetlerin ilerlemesine, yükselmesine önderlik ettiğini, vesikalarla uzun anlatmaktadır.
Amerika'da, Teksas Teknik Üniversitesi profesörlerinden, Amerikan târihçisi Dr. Kiris Traglor, 1972 senesinde büyük bir topluluğa yaptığı konuşmasında, Avrupa rönesansının ilham ve gelişme kaynağının İslâmiyet olduğunu, Müslümanların, İspanyaya ve Sicilya’ya gelerek, bugünkü modern teknik ve gelişmenin temellerini attıklarını söylemiş ve fende ilerlemenin, kimyada, tıpta, astronomide, denizcilikte, coğrafyada, kartografya ve matematikte terakki etmekle, ilerlemekle mümkün olduğunu ve bu bilgileri, Avrupa’ya, Kuzey Afrika ve İspanya yolu ile, Müslümanların getirdiklerini bildirmiştir. Eğer Müslümanlar, bilgilerini kıymetli tirşe kâğıtlara ve papirüslere yazmasalardı, bugünkü modern basın nasıl meydana gelirdi ve faydalı olabilirdi, demiştir. Bu konuşmanın metni, Pakistan’da çıkan, haftalık İslâm Dünyası gazetesinin, 26 Ağustos 1972 tarihli sayısında yayınlanmıştır. İlimde, kuru bir etiketten başka nasibi olmayan cahil bir İslâm düşmanının yalanları, bu hakikati elbette örtemez. Güneş balçıkla sıvanamaz.
***
Sual: Ayağa giyilen mest üzerine mesh müddeti ne kadardır?
Cevap: Mest üzerine mesh müddeti, mukim olan için yirmi dört, misafir için, üç gün üç gece, yani yetmiş iki saattir. Bu müddet, mesti giydiği zaman değil, mesti giydikten sonra, abdesti bozulduğu zaman başlar.
***
Sual: Cehennemin sonsuz azabından kurtulmak için akıllı bir kimsenin, bundan kurtulma çaresini düşünmesi gerekmez mi?
Cevap: İmanı olmayan kimsenin, sonsuz olarak Cehennemde kalacağını, âyet-i kerimeler ve Peygamber efendimiz haber vermiştir. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü teâlânın var ve bir olduğuna inanmak gibi lazımdır. Herhangi bir insan, sonsuz olarak ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmanın çaresini arar.
Bunun çaresi ise; Allahü teâlânın var ve bir olduğuna, Muhammed aleyhisselamın Onun son Peygamberi olduğuna, Onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmaktır ki, insanı bu sonsuz felaketten kurtarmaktadır. Bir kimse, ben sonsuz azaba inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna denir ki; inanmamak için elinde senedin vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana mani oluyor? Elbette vesika gösteremeyecektir. Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimal denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, sonsuz olarak ateşte yanmak korkunç felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Az bir aklı olan kimse bile, böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimalinden kurtulmanın çaresini aramaz mı?
Görülüyor ki, her akıl sahibinin iman etmesi lazımdır. İman etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, ibadet zahmeti çekmek, zevkli, tatlı şeylerden kaçınmak gibi sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalp ile, ihlas ile, samimi olarak inanmak kâfidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de şart değildir. Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın buna çok az da bir ihtimal vermesi, zan etmesi akıl ve insanlık icabıdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali karşısında, bunun yegane ve kati çaresi olan iman nimetinden kaçınmak, ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı?
Senâüllah Pânî-pütî hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın varlığı, sıfatları, razı olduğu ve beğendiği şeyler, ancak Peygamberlerin bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile anlaşılamaz. Bunları bize Muhammed aleyhisselam bildirdi. Hulefâ-i râşidînin, eshâb-ı kiramın çalışmaları ile de, her tarafa yayıldı.”
***
Sual: “Tasavvuf bilgileri imanı kemâle ulaştırır” ne demektir?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının üçüncü cild 3. mektupta buyuruyor ki: Tasavvuf bilgileri imanı kemâle ulaştırdıklarından, burada Allahü teâlâdan başka maksûd olmamak lâzımdır. Çünkü, başka maksûd olursa, bazen, nefsin yardımı ile, bunun arzusu, Allahü teâlânın maksûd olmasını aşabilir. Onu ele geçirmek, Allahü teâlânın rızasına kavuşmak arzusunu bastırarak, ebedî, sonsuz felâkete sebep olabilir. Bunun için, imanın kâmil olmasında, başka maksûdların kalmaması, mutlaka lâzımdır. Böylece, imanın azalması veya sönmesi önlenmiş, emniyete alınmış olur. Evet, bazı bahtiyarlar, ihtiyâr ve iradelerinden kurtulduktan sonra, bunlara yeniden irade ve ihtiyâr verilir. İrâde-i cüz’iyyeleri kendilerinden gittikten sonra, bunları, irâde-i külliye ile şereflendirirler.
[Tasavvuf bilgileri imanı kemâle ulaştırır dedik. Tasavvuf, Muhammed aleyhisselâmın yolunda, izinde yürümek demektir. Yani, her sözünde, her işinde, her şeyde İslâmiyete yapışmaktır. Ne yazık ki, uzun zamandan beri birçok cahiller, fasıklar, alçak maksatlarına kavuşmak için, büyük âlimlerimizin isimlerini, âlet olarak kullanıp, çeşitli ocaklar kurmuş, İslâmiyetin, dinin bozulmasına, yıkılmasına sebep olmuşlardır. Hele son zamanlarda, bid’atler ve haramlar az veya çok, bütün tekkeleri kaplamış, tarikatçılık, İslâmiyeti yıkmak için en tesirli bir âlet hâlini almıştı. Tekkelere müzik sokuldu. Çalgı çalarak, teganni ederek, dans ederek yapılan taşkınlıklara ibadet denildi. (Dinî Türk mûsikîsi) diye bid’atler uyduruldu. Bunların bid’at olduğu, Kâdî-zâdenin (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinde uzun yazılıdır.] (Tam İlmihal s. 908)