Cevap: Konu ile alakalı olarak Kimyâ-i se'âdet kitabında deniyor ki:
“Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikir, tesbih etmeli, her an Onu hatırlamalıdır. Dili ve kalbi boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o anda kaçırdığını, bütün dünyayı verse, bir daha eline geçiremez. Gafiller arasındaki hatırlamanın sevabı çok olur. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: (Gafiller arasında Allahü teâlâyı zikreden kimse, kurumuş ağaçlar arasında bulunan yeşil fidan gibidir ve ölüler arasındaki canlı gibidir ve harpte kaçanlar arasında, arslan gibi dövüşenler gibidir.)
Bir kere de buyurdu ki: (Çarşıya giderken, lâ ilâhe illallah, vahde hü lâ şerîke leh, le hül mülkü ve le hül hamdü, yuhyî ve yümît, ve hüve hayyün lâ yemût, bi yedihil-hayr, ve hüve alâ külli şey'in kadîr diyen kimseye, iki milyon sevap yazılır.)
[Bu hadis-i şerifte olduğu gibi, sevap veya günah miktarını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıklarını, ahiretteki zamanları, dünyanın yaratılışını ve mahlukların sayısını bildiren hadis-i şeriflerdeki çeşitli rakamlar, miktar sayısını göstermek için değil, miktarın çokluğunu anlatmak içindir. Mesela bir kimseye, birkaç defa, zahmet çekerek gidip bulamayarak canı sıkılan biri, o kimseyi görünce, seni on defa aradım, bulamadım, demesi gibidir.]
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri buyurdu ki: “Pazarda çok kimse vardır ki, sofiler halkasında oturanlardan daha kıymetlidir.” Bir kere de buyurdu ki: “Öyle kimse tanıyorum ki, pazarda her gün üçyüz rekat namaz kılmakta ve otuz bin tesbih okumaktadır.” Bazısı demiştir ki, bu kimse, kendisidir... Hülasa, dine, ibadetine yardım niyeti ile dünyaya çalışanlara, hep böyle sevap vardır. Yalnız para kazanıp, dünya malı toplamak için çalışanlar, sevaptan mahrum kalır. Hatta bunlar, camide, namazda iken de, kalpleri dükkânın hesabındadır. Fikirleri dağınıktır.”
***
Sual: Bir kimse, vekiline, falan kimseye sadaka ver dese, vekil kendi parasından verse, sonra bunu, vekil edenden geri isteyebilir mi?
Cevap: Bir kimse, falana ödünç veya sadaka yahut hediye ver dese, vekil bunu verince, emredenden isteyemez. Sonra ben sana veririm dedi ise, isteyebilir.
***
Sual: İslâmiyetin hükümlerine uymanın neticesinde kavuşulanlar herkeste aynı mıdır? Alimin ibadet etmesi ile cahilin ibadeti aynı olur mu?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının ikinci cild 50. mektupta buyuruyor ki: Allahü teâlâ, lütfederek, ihsan ederek, nefs itminan makamına gelince ve İslâmiyete uymakla şereflenince, (İslâm-ı hakiki)ye kavuşulur ve imanın hakikati hâsıl olur. Bundan sonra yapılacak her iş, İslâmiyetin hakikati olur. Namaz kılınca, namazın hakikati kılınmış olur. Oruç tutunca, orucun hakikati tutulmuş olur. Hac yapınca, haccın hakikati yapılmış olur. İslâmiyetin bütün hükümlerine uymak da, hep böyledir. Görülüyor ki, ilk yol ile hakikat, İslâmiyetin sureti ile İslâmiyetin hakikati arasında bir geçittir. Vilâyet-i hâssa ile şereflenmedikçe, islâm-ı mecaziden kurtulup, islâm-ı hakikiye kavuşulmaz. [İslâmiyetin suretine uymak, islâm-ı mecazidir. İslâmiyetin hakikatine uymak ise, hakiki Müslümanlıktır.]
Bir Müslüman, Allahü teâlânın ihsanı ile, İslâmiyetin hakikatine kavuşur, islâm-ı hakiki ile şereflenirse, Peygamberlere tam uyarak ve O büyüklere vâris olarak, (Kemâlât-i nübüvvet) denilen makama kavuşabilir. O yüksek derecenin nimetlerini bol bol elde edebilir. İslâmiyetin sureti, kemâlât-ı vilâyet meyvelerini meydana getiren mübarek bir ağaç olduğu gibi, nübüvvet kemâlleri de, mübarek bir ağaç gibi olan İslâmiyetin hakikatinin meyveleri gibidir. Vilâyetin kemâlâtı, suretin meyveleridir. Nübüvvet kemâlâtı ise, bu suretin hakikatinin meyveleridir. Bunun içindir ki, vilâyetin kemâlâtı, Peygamberlik kemâlâtının suretleridir. Peygamberlik kemâlâtı, bu suretlerin hakikatleridir. (Tam İlmihal s. 950)