Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının ikinci cild 46. mektupta buyuruyor ki: Ahkâm-ı islâmiyye, zahirin [görünen uzuvların] yapacağı ibadetlerdir. Bu hakikat ise, bu dünyada bâtına [kalbe ve ruha] nasip olmaktadır. Zahir, her zaman, ahkâm-ı islâmiyyeyi yapmağa mecburdur. Bâtın da, o hakikatin işleri ile meşgul olur.
Bu dünyada, amel, ibadet lâzımdır. Bu amellerin, bâtına çok yardımı vardır. Yani, bâtının ilerlemesi, ahkâm-ı islâmiyyeye uymasına bağlıdır. O hâlde, bu dünyada, her zaman, zahir de, bâtın da ahkâm-ı islâmiyyeye muhtaçtır. Zahirin işi, İslâmiyete uymak, bâtının işi de, meyvelerini, faydalarını toplamaktır. İslâmiyet, bütün kemâlâtın kaynağı, bütün makamların temelidir. İslâmiyetin, fayda, meyve vermesi, bu dünyaya mahsus değildir. Ahiretin kemâlâtı ve sonsuz nimetleri de, İslâmiyetin neticeleri, meyveleridir. Görülüyor ki, İslâmiyet öyle bir (Şecere-i tayyibe) [mübarek ağaç]dir ki, onun meyveleri ile, bütün âlem, dünyada da, ahirette de faydalanmaktadır. (Tam İlmihal s. 904)
***
Sual: Helal ve mubah olan âdetlerde değişiklik yapmak da, dinimizin kötülediği ve yasak ettiği bidatlerin içine girer mi?
Cevap:
Âdetlerde değişiklik yapmak, bidat değildir. Vera sahiplerinin yapmaması iyi olur. Hadis-i şerifte;
(Benim sünnetime ve benden sonra, hulefâ-i râşidînin sünnetlerine sarılınız!) buyuruldu.
Sünnet sözü, yalnız olarak söylenildiği zaman, İslâmiyetin bildirdiği her şey demektir. Bu dinin sahibi olan Resûl aleyhisselam, âdetlerde bir şey bildirmedi. Çünkü Resûlullah efendimiz, insanlara dinlerini bildirmek için geldi. Dünyada muhtaç oldukları şeylerin yapılmasını öğretmek için gelmedi. Hadis-i şerifte;
(Dünya işlerinizi yapmasını siz daha iyi bilirsiniz!) buyuruldu. Dünyanıza faydalı olan şeyleri bulup yapmanız için benim bildirmeme lüzum yoktur demektir. Dinî vazifelerinizi, ibadetlerinizi bilemezsiniz, onları benden öğreniniz demektir. Bunun için âdetler, İslâmiyetin dışında kalmaktadır. İslâmiyetin dışında olan şeylerde yapılan değişiklikler bidat olmaz.
***
Sual: Camilere minare yapmak, okul yapmak sonradan ortaya çıktığı için, minare ve okul yapmak da bidat midir?
Cevap: Minare, mektep, okul, kitap gibi sonradan yapılmış olan şeyler bidat yani dinde reform değildir. Bunlar dine yardımcı şeylerdir. İslâmiyet bunlara izin vermiş, hatta emretmiştir. Böyle şeylere Sünnet-i hasene denir. İslâmiyetin ibadet olarak yasak ettiği şeyleri meydana çıkarmaya Sünnet-i seyyie denir. Bidatler, yani dinde reformlar, sünnet-i seyyiedir. Sünnet-i hasene yani dine yardımcı şeylerin Eshâb-ı kiramın ve tâbiinin zamanlarında yapılmaması, onların bu faydalı şeylere ihtiyaçları olmadığı içindi. Onlar, kâfirlerle cihad ediyor, İslâmiyeti dünyaya yayıyorlardı. Onların zamanlarında bidat sahipleri çıkmamış veya çoğalmamıştı. Kıyamete kadar sünnet-i hasene meydana çıkarmak caizdir ve sevaptır.
***
Sual: Et, peynir gibi şeyler, koktuğu, ekşidiği zaman, diğer necis şeyler gibi bunlar da necis olur mu?
Cevap: Et kokunca, yemek ekşiyince, necis olmaz fakat, zararlı oldukları için, bunların yenilmeleri helal olmaz. Yağ acımakla, yemesi haram olmaz. Et, peynir, kokup kurtlanmakla necis olmaz. Bir temiz ciğer, kuyuya düşüp, kokup, kurtlansa, ciğer ve kuyudaki su pis olmaz.
***
Sual: Allahü teâlânın sıfatları, cisimlerin sıfatlarına benzer mi, mahlûkların sıfatları gibi midir?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının ikinci cild 46. mektupta buyuruyor ki: Dünya aynalarında, önce hayâller görünür. Aynayı görmek için, ayrıca dikkat etmek lâzımdır. Bir aynada görülen hayâller, aynada değildir. Varlıkları yalnız hayâldir. Eşya aynada bulunuyor sanıldığı gibi olur. Halbuki, eşyanın hayâlleri, aynanın içinde değildir. Bunun gibi, mahlûklar, Allahü teâlânın aynasında değildir. Aynada bir şey yoktur. Hayâller, aynada değil, hayâlimizdedir. Aynada hayâl yoktur. Hayâllerin bulunduğu yerde de ayna olamaz. Hayâller, vehim ve hayâlimizdedir. Yerleri varsa, vehim mertebesindedir. Zamanları varsa, hayâl mertebesindedir. Fakat, mahlûkların vücutsuz olan bu görünüşü, Allahü teâlânın kudreti ile olduğundan, devamlıdır. Ahiretin sonsuz azab ve nimetleri bunlara olacaktır. Ayna, bu hayâlleri ihata etmiş, kaplamış denilebilir. Bu hayâllerle beraberdir deriz. Fakat, bu kurb [yakınlık], bu ihâta ve ma’ıyyet [beraberlik] cismin cisme olan veya cismin, kendi sıfatına [meselâ rengine] olan kurbu, ihatası ve ma’ıyyeti gibi değildir. İnsan aklı, hayâllerin aynaya olan kurb, ihata ve ma’ıyyetini düşünemiyor, kavrayamıyor. Hayâllerin aynaya karîb, beraber ve ihata edilmiş oldukları muhakkaktır. Fakat, nasıl olduğu anlatılamıyor. İşte Allahü teâlânın mahlûklara olan kurbu, ihatası ve ma’ıyyeti de böyledir. Elbette vardırlar. Fakat, nasıl oldukları bilinmez. Bunlara inanırız. Fakat, nasıl olduklarını bilemeyiz. Çünkü, Allahü teâlânın bu sıfatları, cisimlerin sıfatlarına benzemiyor, mahlûkların sıfatları gibi değildir. Hakikatin numunesi olan bu âlemde, bu sıfatlara misal olarak, hayâller ile aynayı söyledik ki, aklı olan, bundan onu anlayabilsin! Allahü teâlâ, doğru yolda olanlara selâmet versin! (Tam İlmihal s. 905)