Cevap: Allahü teâlâ, dua etmeyi ve dua edeni sever. Peygamber efendimiz de;
(Dua etmek, ibadettir) buyurmuşlardır.
Duanın ve her zikrin sessiz olması efdaldir. Dua etmenin de şartları vardır. Önce, günahlarına pişman olup, tövbe etmeli, istiğfar okumalı, sadaka vermeli, imanını ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak düzeltmeli, duanın kabul olacağına inanmalı, yüzü kıbleye karşı oturup, önce hamd ve salevat okumalı. Duayı üçten fazla söylemeli. Kabul olmadı diyerek, ümit kesmemeli, kabul oluncaya kadar, uzun zaman tekrar etmelidir. Haram yememeli, içmemeli, haram söylememelidir. Haram işlemek, kalbi bozar. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Çok istiğfar okuyunuz! İstiğfar duası okumaya devam edeni, Allahü teâlâ hastalıklardan, her dertten korur. Hiç ummadığı yerden rızıklandırır.)
Duaların kabul olması için, okuyanın Müslüman olması, günahlarına tövbe etmesi, manasını bilerek, inanarak söylemesi lazımdır. Kararmış kalple yapılan dua kabul olmaz. Beş vakit namaza devam edenin kalbi temizlenir. Kalp söylemeden yalnız ağız ile yapılan duanın faydası olmaz. Dua ederken, kalp uyanık olmalı, kabul edileceğine inanmalıdır. Söylediğinden haberi olmayan gâfilin duası kabul olmaz. Kur’ân-ı kerim okunan yere, rahmet iner. Bu zaman yapılan duanın kabul olması çok umulur.
Hadis-i şerifte;
(Duanın kabul olması için, iki şey lazımdır: Birincisi, duayı ihlas ile yapmalıdır. İkincisi, yediği ve giydiği helalden olmalıdır. Müminin odasında, haramdan bir iplik varsa, bu odada yaptığı duası, hiç kabul olmaz) buyuruldu.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri;
“Yalvararak, ağlayarak ve sığınarak, kırık kalple Allahü teâlâdan af ve afiyet dilemelidir. Duanın kabul olunduğu anlaşılıncaya ve fitneler kalmayıncaya kadar, böyle dua etmelidir” buyurmuştur.
Mübarek gecelerde, cuma günü ve gecesinde, seher vaktinde, Allah yolunda cihad ederken, her namazdan sonra, yağmur yağarken, Kâbe-i muazzamayı görünce, zemzem suyu içince yapılan duaların kabul olduğu kitaplarda yazılıdır. Musibet anında yapılan dua da müstecabdır. Rahat ve huzur zamanlarında çok dua edenin, dert ve bela zamanlarındaki duaları çabuk kabul olur.
***
Sual: (Hîle-i şer'ıyye) ve (Hîle-i bâtıla) neye denir ve caiz midir?
Cevap: İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn Mısrî "rahime-hullahü teâlâ" (Eşbâh) kitabında, beşinci kaidenin sonunda, (Bazı ihtiyaçlar zaruret kabul edilir. Meselâ muhtaç olanın fâiz ödeyerek ödünç alması câiz olur) diyor. Seyyid Ahmed Hamevî "rahime-hullahü teâlâ" burayı açıklarken, (Meselâ on altın ödünç alıp, her gün belli miktar bir şeyi fâiz olarak öder) diyor. Bundan anlaşılıyor ki, nafakaya muhtaç olup, çalışamayan ve karz-ı hasen bulamayan âciz kimsenin nafaka için, fâiz ile ödünç alması câiz olur. Fakat, bu hâlde de (Muamele satışı) yolu ile almalıdır. Meselâ, on altın alıp, oniki altın ödemekte uyuşulunca, on altını alırken, kalem, defter, kitap gibi herhangi bir şeyi de iki altına satın alıp, oniki altın borçlanır. Böyle, fesat ile, bid'at ile karşılaşıldığı zaman, İslâmiyete uymak için, ihtiyatlı yol aramağa, (Hîle-i şer'ıyye) denir. Âciz olanın, zarurete düşenin, ibadetini kaçırmaması veya haram işlememesi için (Hîle-i şer'ıyye) yapması lâzım olur. İslâmiyete uymaktan kaçmak için çare aramağa (Hîle-i bâtıla) denir ki, haramdır. (İslâm Ahlâkı s. 453)
Farzı yapmamak veya haramı yapmak için hile yapmak haramdır. Buna, (Hîle-i bâtıla) denir. Bir şey, farz veya haram olmadan önce, farz veya haram olmasını önlemek câizdir. Buna (Hîle-i şer'ıyye) denir. (Kıyâmet ve Ahiret s. 309)
Zekâtı altın olarak dağıtmak, daha sevabdır. Altın ile verileceği, herkese gösterilmiş, öğretilmiş olur. Zekâtı fakire veya vekiline, önce altın olarak verip sonra bunu kâğıt paraya çevirmek, (Hîle-i şer'ıyye) olur. Zekâtı ahkâm-ı islâmiyyeye uygun verebilmek için, bunu yapmak lâzımdır ve çok sevabdır. Hîle-i şer'ıyye yapmanın câiz olduğu ve fakirin aldığı zekâtı, sadakayı zengine hediye etmesinin câiz olduğu bildirilmiştir. Farz olduktan sonra zekât vermemek için, (Hîle-i bâtıla) yapmak haram olur. Farz olmadan önce yapılan hile, imâm-ı Muhammede göre mekruh, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre câiz olur. Fetva imâm-ı Muhammede göredir. (Tam İlmihal s. 301)
Haramı helal ve helalı haram yapmak için, yahut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için, (Hîle-i bâtıla) yapmak câiz değildir.
Haramı helal yapmak için (Hîle-i bâtıla) yapmak Yahudilerin âdetidir.
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de altıncı cüz'de diyor ki, (Haramdan kurtulmak için, helale kavuşmak için hîle-i şer'ıyye yapmak câizdir ve iyidir. Böyle hilenin câiz olmasına senet, Sâd sûresinin kırkdördüncü âyetidir. Bu âyet-i kerime, Eyyûb aleyhisselâm, zevcesine yüz sopa vurmağa yemin edince, bu yemini yapmaktan kurtulması için yapılacak hîle-i şer'iyyeyi bildirmektedir.) (Eşi'at-ül-leme'ât)da had cezalarında diyor ki: Sa'îd bin Sa'd dedi ki, babam Sa'd, Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" yanına, hasta, sarsak birini getirdi. Bunu zina yaparken yakaladık dedi. (Buna, üzerinde yüz filiz bulunan bir dal ile bir kere vurunuz!) buyurdu. Böylece, bir vurmakla, yüz sopa vurulmuş, had cezası yapılmış olur. Eşi'a tercümesi, hîle-i şer'ıyyenin câiz ve lâzım olduğunu göstermektedir. (Tam İlmihal s. 844)
Farzı yapmamaktan veya haram işlemekten kurtuluş yolu aramağa (Hîle-i şer'ıyye) denir. (Tam İlmihal s. 859)