Cevap: Bu konuda Abdülganî Nablüsî hazretleri Hadîkat-ün-nediyye kitabında diyor ki:
“Bidat, sünnete yani Muhammed aleyhisselamın bildirdiği din bilgilerine muhalif olan, ters düşen, din cahillerinin, boş kafalarından çıkan itikat, amel ve sözler demektir. Allahü teâlâ, kullarını kendisine ibadet etmek için yarattı. İbadet, insanın Rabbine, hakir, aciz, muhtaç olduğunu göstermesidir. Bu da, her aklın, nefsin, âdetlerin güzel ve çirkin dediklerine uymayıp, Allahü teâlânın güzel ve çirkin dediklerine teslim olmak, gönderdiği Kitaba, Peygamberlere inanmak ve bunlara tabi olmak demektir. Bir insan, bir işi, Rabbinin izin verdiğini düşünmeden, kendi görüşü ile yaparsa, Rabbine kulluk yapmamış olur. Bu iş, inanmakta ve inanılması lazım olduğu söz birliği ile bildirilmiş olan şeylerden ise, bu inanışı, Küfre sebep olan Bidat olur. Bu iş, itikatta olmayıp da, yalnız dinden olan sözde ve işte kalırsa, fısk, büyük günah olur.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir kimse, dinde bir şey meydana çıkarırsa, bu şey ret olunur.)Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, dinden olmayan bir itikat, bir söz, bir iş, bir hâl ortaya çıkarılır ve bunun din, ibadet olduğuna inanılırsa, yahut İslâmiyetin bildirmiş olduklarında bir fazlalık veya noksanlık yapılırsa ve bunu yapmakta sevap beklenirse, bu yenilikler, değişiklikler, Bidat olur.
İbadette olmayıp, âdette olan yenilikler, değişiklikler bidat olmaz. Mesela, yemekte, içmekte, binme ve taşıma vasıtalarında, binalarda yapılan yenilikleri, değişiklikleri dinimiz reddetmez. Bunun için, masada, ayrı tabaklarda, çatal kaşık ile yemek, otomobile, uçağa binmek, her çeşit bina, ev ve mutfak eşyası kullanmak ve bütün fen bilgileri, fen aletleri, dinde bidat değildir. Bunları yapmak ve faydalı yerlerde kullanmak caizdir, hatta, farz-ı kifâyedir. Mesela radyo, hoparlör, elektronik makineler yapmak, bunları ibadetlerin dışında kullanmak caizdir. Hoparlör ile ezan, Kur'ân-ı kerim okumak, ibadeti değiştirmektir ki, bidat olur. Ezanın uzaklardan işitilmesi için hoparlör kullanmamalı, her mahalleye camiler yapmalı, her mahalle camisindeki müezzin efendiler ayrı ayrı ezan okumalıdır.”
***
Sual: Nefsin inkârdan, küfürden kurtulması için neler yapılmalıdır?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının ikinci cild 50. mektupta buyuruyor ki: İslâmiyetin hakikatine kavuşmak için, İslâmiyetin suretine uymak şarttır. Çünkü, vilâyetin ve nübüvvetin bütün kemâlleri, İslâmiyetin sureti üzerine kurulmuştur. İslâmiyetin yalnız suretine uyan, vilâyetin kemâllerine kavuşur. Hem suretine, hem de hakikatine uyan ise, nübüvvetin kemâllerine de kavuşur.
Vilâyete kavuşmak, tasavvuf yolunda çalışmakla olur. Vilâyete kavuşmak için, yani Velî olmak için, mâ-sivâyı kalpten çıkarmak lâzımdır. (Mâ-sivâ), Allahtan başka şeyler demektir. Yani bütün mahlûklardır. Allahü teâlânın, lütfu ve ihsanı ile, mâ-sivânın hepsi, kalp gözünden silinince, isimleri bile unutulunca, (Fenâ) hâsıl oldu denir. (Seyr-i ilallah) tamam olur. Bundan sonra (Seyr-i fillah) denilen (İsbât) makamına kavuşmak için çalışılır. Bu makamda, kalp yalnız Allahü teâlâyı hatırlamaktadır. Bu makama (Bekâ) makamı ve (Hakîkat) denir. Vilâyetin sonu, bekâ makamıdır. Birincisinde fenâ makamına ve hakikatte bekâ makamına kavuşan sâlik, vilâyete kavuşmuş, Velî olmuştur. Nefs-i emmâresi mutmainne olmuş, küfürden, inkârdan kurtulup, Rabbinden razı olmuştur. Rabbi de ondan razıdır. Yaratılışında bulunan kötülük, azgınlık yok olmuştur. (Tam İlmihal s. 949)
***
Sual: Muhammed aleyhisselâmın mucizelerinin en büyüğü nedir? Kur’ân-ı kerimi herkes okuyabilir mi ve Melekler de okurlar mı?
Cevap: Muhammed aleyhisselâmın mucizelerinin en büyüğü Kur’ân-ı kerimdir. Bugüne kadar gelen bütün şairler, edebiyatçılar, Kur’ân-ı kerimin nazmında ve manasında âciz ve hayran kalmışlardır. Bir âyetin benzerini söyleyememişlerdir. İcazı ve belâgati insan sözüne benzemiyor. Yani, bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve manasındaki güzellik bozuluyor. Bir kelimesinin yerine koymak için, başka kelime arayanlar bulamamışlardır. Nazmı Arap şairlerinin şiirlerine benzemiyor.
Geçmişte olmuş ve gelecekte olacak nice gizli şeyleri haber vermektedir. İşitenler ve okuyanlar, tadına doyamıyorlar. Yorulsalar da, usanmıyorlar. Okuması veya dinlemesi, sıkıntıları giderdiği sayısız tecrübelerle anlaşılmıştır. İşitenlerden kalplerine dehşet ve korku çökenler, bu sebepten ölenler bile görülmüştür. Nice azılı İslâm düşmanları, Kur’ân-ı kerimi dinlemekle, kalpleri yumuşamış, imana gelmişlerdir. İslâm düşmanlarından ve muattala, melâhide ve karâmita denilen Müslüman ismini taşıyan zındıklardan Kur’ân-ı kerimi değiştirmeğe, bozmağa ve benzerini söylemeğe çalışanlar olmuş ise de hiçbiri, arzularına kavuşamamıştır. Tevrat ve İncil ise, insanlar tarafından her zaman değiştirilmiş ve yine değiştirilmektedir.
Bütün ilimler ve tecrübe ile bulunamayacak güzel şeyler ve iyi ahlâk ve insanlara üstünlük sağlayan meziyetler ve dünya ve ahiret saadetine kavuşturacak iyilikler ve varlıkların başlangıcı ve sonu hakkında bilgiler ve insanlara faydalı ve zararlı olan şeylerin hepsi Kur’ân-ı kerimde açıkça veya kapalı olarak bildirilmiştir. Kapalı olanlarını, erbabı anlayabilmektedir. Semâvî kitapların hepsinde, Tevrat’ta, Zebur’da ve İncil’de bulunan ilimlerin ve esrarın hepsi Kur’ân-ı kerimde bildirilmiştir. Kur’ân-ı kerimde mevcut ilimlerin hepsini ancak Allahü teâlâ bilir. Çoğunu sevgili Peygamberine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bildirmiştir. Ali ve Hüseyin “radıyallahü teâlâ anhümâ” bu ilimlerden çoğunu bildiklerini haber vermişlerdir. Kur’ân-ı kerimi okumak çok büyük bir nimettir.
Allahü teâlâ, bu nimeti Habibinin ümmetine ihsan etmiştir. Melekler bu nimetten mahrumdurlar. Bunun için, Kur’ân-ı kerim okunan yere toplanıp dinlerler. Bütün tefsirler, Kur’ân-ı kerimdeki ilimlerden çok azını bildirmektedirler. Kıyamet günü, Muhammed aleyhisselâm minbere çıkıp Kur’ân-ı kerim okuyunca, dinleyenler bütün ilimlerini anlayacaklardır. (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 332)