Cevap:
Yemeyip, içmeyip, açlıktan, susuzluktan ölen, günaha girer. Halbuki, ilaç almayıp ölen, günaha girmez. Namazı ayakta kılacak ve oruç tutacak kadar gıda almak farzdır. Doyuncaya kadar yiyip içmek mubahtır. Doyduktan sonra yemek, içmek haramdır. Yalnız sahurda ve misafiri utandırmamak için haram olmaz. Çeşitli meyve, tatlı yemek, içmek caiz ise de, vazgeçmek iyidir. Sofrada, lüzumundan fazla, çeşitli yemekler bulundurmak israftır. İbadete kuvvetlenmek ve misafir için bulundurmak, israf olmaz. Lüzumundan fazla ekmek bulundurmak da böyledir.
***
Sual: İlaç diye satılan tiryak nedir, neden yapılmıştır, kullanmak caiz midir?
Cevap:
Tiryak, afyon demektir. Afyona alışmış olanlara tiryaki denir. Eski Yunan hekimlerinin, zehirlenmelere karşı yaptıkları bir ilaca da denir. İçinde afyon, yılan eti ve ispirto vardır. Tiryak denilen ilaçta, yılan eti, ispirto varsa, içmesi haram, satması caizdir. Bunların bulunduğu bilinmiyorsa, içmek de caiz olur.
***
Sual: Tasavvuf kitaplarında, icazet aldı, halifesi oldu gibi tabirler geçiyor, ne demektir bunlar?
Cevap:
İcâzet ve Hilâfet, taliplerin kalplerine ihlas yerleştirmesi için, olgun birisine izin vermek demektir. Kendisine izin verilen zata Halife veya Vesile denir. Kendisine izin verilecek zatın batınının yani kalbi ve diğer dört latifesinin nisbete ve hâllere kavuşmuş olması, kötü huylardan temizlenmiş, iyi huylarla süslenmiş olması ve sabır, tevekkül, kanaat, rıza, teslim sahibi olması, dünyaya düşkün olmaması lazımdır. Bu yüksek mertebe, ancak Selef-i sâlihîne uymakla ele geçebilir. Eshab-ı kiram ile Tabiin-i ızama Selef-i sâlihîn denir. Üçüncü ve dördüncü asırlarda gelen İslâm âlimlerine, Halef-i sâdıkîn denir. Bu hâller ve keyfiyyetler kalbde hasıl olmadan, vaaz etmesi için izin vermek haramdır. Tasavvuf büyüklerinin yolunu bozmak olur. Birisini mağrur yapmak, kendini beğenmesine sebep olmak, bir talibi acemi ellere düşürerek mahrum etmek, akla da, İslâmiyete de uygun değildir. Zamanımızda hakiki tarikat, mürşid, mürid, şeyh yok gibidir. Vardır diyenlere, şeyh olduğunu söyleyenlere inanmamalıdır. Sahte şeyhlerin, cahil tarikatçıların tuzaklarına düşmemek için uyanık olmalıdır.
***
Sual: İslâmiyyette sigortanın yerini, vakıf, Beyt-ül-mâl ve yardım cemiyetleri mi almaktadır? İşçi sigortalarında ve emanetçide toplanan ve maaşlardan kesilen malların, paraların hükmü nedir?
Cevap:
Sigortaya Arabi’de (Temin) denilmektedir. İslâmiyyette sigortanın hiçbir nevi yoktur. İslâmiyyette (Vakıf) ve (Beyt-ül-mâl), (Yardım cemiyetleri) vardır. İşçi sigortalarının ve emekli sandıklarının işlerini Beyt-ül-mâl yapar. Beyt-ül-mâl, işçiden, memurdan hiçbir şey almaz. Aylıklarından ve ücretlerinden, hiçbir şey kesmez. Çünkü bunlar fakirdirler. İşverenden, tüccardan zekât alır. Bu işi hükûmet yapar. İşverenlerin, tüccarların defterlerini, hesaplarını inceleyerek zekâtlarını alır. Beyt-ül-mâla koyar. İşçilere, memurlara, emeklilere buradan ev, maaş, geçim temin eder. Böylece her Müslüman, rahat, mesut olarak yaşar. İşçi sigortalarında ve emanetçide toplanan ve maaşlardan kesilen malların, paraların (Lukata) hükmünde olduklarını, büyük âlim Abdülhakîm efendi, vaazlarında bildirmiştir. Lukata, yerde bulunan mal demektir. Bunlar ve mal-ı habis, sahiplerine geri verilir. Sahipleri bulunmazsa, fakirlere verilir. Eline geçen fakirin mülkü olurlar. Hükümet, ticaret, ziraat, hatta fabrika, ağır sanayi yapmaz. Bunları hususi teşebbüs, yani millet yapar. Her çeşit sigortanın haram olduğu, Yusuf Kardâvînin (El-helal vel harâm) kitabında vesikaları ile yazılıdır. (Tam İlmihal s. 877)