Cevap:
Peygamber efendimiz, kimseden bir şey öğrenmediği hâlde, pek fasih, yani açık ve tatlı konuşurdu. Bunun için; (Bana cevâmi'ul kelim) verildi, buyurdu. Cevâmi'ul kelim, az kelime kullanarak, çok şey anlatmak demektir. Resulullah efendimizin kimseden bir şey okumadığı, öğrenmediği hususunda Kur'ân-ı kerimde, Ankebût suresinin 48. âyetinde mealen;
([Ey Muhammed aleyhisselâm! Bu Kur'ân-ı kerim sana indirilmeden önce] Sen bir kitaptan okumuş ve elinle onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı müşrikler [Kur'ân-ı kerimi, başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış] derlerdi. [Yahudiler de, Onun vasfı Tevrat'ta ümmi olarak bildirilmiştir, bu ise ümmi değil diye şüpheye düşerlerdi]) buyurulmuştur.
Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselama en büyük mucize olarak Kur'ân-ı kerimi vahiy etmiştir. Müşrikler, semadan bir kitap indirilmesini veya bir dağı altına çevirmesini istiyorlardı. Bu husus Ankebût suresinin 50. ve 51. âyetlerinde mealen;
(Müşrikler, ne olur Rabbinden [Muhammed aleyhisselamın nübüvvetine delalet eden İsa aleyhisselamın sofrası, Musa aleyhisselamın asası gibi] mucizeler indirilmiş olsaydı dediler. [Ey habibim] Sen onlara de ki, mucizeler Allahü teâlânın kudreti ve iradesi ile olur. [Ne zaman ve nasıl isterse öyle yaratır. Bunları yapmak benim elimde değildir.] Doğrusu ben ancak Onun azabını size tebliğ edici, haber vericiyim. Kur'ân gibi bir kitabı sana indirmiş olmamız, onlara [mucize olarak] yetmez mi? Bunda, inanan kavim için, rahmet ve nasihat vardır) buyurulmuştur.
Muhammed aleyhisselamın en büyük mucizesi, Kur'ân-ı kerimdir. “Bu kitabı Muhammed yazmıştır” diyebileceklere karşı da, Allahü teâlâ, Ankebût suresinin 48. âyetinde cevap vermiş, böyle şüphelere mahal bırakmamıştır. Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselamın böyle bir kitabı yazacak kudrette olmadığını ve Kur'ân-ı kerimin kendisi tarafından vahiy edildiğini teyit etmektedir. Muhammed aleyhisselamı Peygamber olarak seçerken, Onun bilhassa ümmi, yani okuma yazma öğrenmemiş olmasını bildirmiş ve bu sebepten Kur'ân-ı kerimin ancak Allahü teâlâ tarafından vahiy edilebileceğinin anlaşılmasını istemiştir.
***
Sual: Kiraya verilen malın kullanılacak hâli kalmazsa ne olur? Bir kiracı, kiraladığı şeyi, daha yüksek ücret ile kiraya verebilir mi?
Cevap:
Malın kullanılacak hâli kalmazsa, icâre fesholur. Kiracının özrü ile de fesholur. Mesela diş tabibi ile pazarlık ettikten sonra, ağrının kesilmesi veya ticaret için dükkân kiraladıktan sonra, sermayesinin helak olması veya borcu çıkıp ödeyecek başka malı bulunmaması gibi veya sefere gitmek için kamyon tutmuş iken, bir sebeple seferden vazgeçmesi gibi. Fakat, şoför seferden vazgeçerse, mukaveleyi bozamaz ise de, şoförün hastalanması özür olur. Bir tüccar, sanatkâr iflâs ederse, çırağı ile mukavelesi bozulur. Başkasına çalışan sanatkâr böyle değildir. Kiraya verilen şeyin satılması da özür değildir. Yani mukavele bozulmaz. Kiraladığı dükkânda yaptığı sanatı bırakıp, başka sanata başlamak özür olur. Bir ev kiraladıktan sonra, sefere çıkmak da özür olur. İki taraftan birinin ölmesi de özürdür. Bir kiracı, kiraladığı şeyi, daha yüksek ücret ile kiraya vermesi câiz ise de, kira farkını sadaka vermesi lâzımdır. Müşterek bir malı, ortaklar, müşterek kiraya verebilir. Ayrı ayrı verirlerse fasit, biri hissesini kiraya verirse, bâtıl olur. (Tam İlmihal s. 874)