Cevap:
Her türlü kirayı, ücreti vermeyen hapis olunur. Her çeşit nakil vasıtalarının ücretini vermek, hile yapmamak lâzımdır. Umumi hizmetlerde, emniyet ve sıhhat işlerinde çalışan memurların, işçilerin, idarecilerin ücretlerini hükûmetler, belediyeler vermekte ve her türlü masraflarını karşılamaktadırlar.
Bu ödemeleri, milletin vekilleri olarak yapıyorlar. Bu paralara kaynak olmak için, milletten vergi alıyorlar. Bu vergileri ödememek veya hile yapmak, günâh olur. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Redd-ül-muhtâr)ın uşur bahsi sonunda ve (Bahr-ür-râık) sahibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” Şurb fasıllarında diyor ki, (Kimsenin mülkü olmayan umumi nehrin temizlenmesi masrafı, Beyt-ül-mâlın cizye ve haraç kısmından verilir. Zekât ve uşur kısmından verilmez. Çünkü zekât paraları, yalnız fakir olan Müslümanlara verilir. Beyt-ül-mâlın bu kısmının geliri yoksa, oradaki insanlar temizler. Temizlemezlerse, fakirler zor ile çalıştırılır.
Zenginlerden de, para alınıp, masraflar karşılanır). (Mecelle)nin 1321. ci maddesinde de böyle yazılıdır. Uşur bahsi sonunda ve Beyt-ül-mâlı anlatırken bildirilen umumi hizmetlerin masrafları da, hep böyle karşılanır. Görülüyor ki, hükûmetin ve belediyelerin, yaptıkları hizmetlerin masraflarını milletten istemeğe, hatta zor ile almağa hakları vardır.] (Tam İlmihal s. 871)
***
Sual: Hintli Hamidullah gibi bazı ilahiyatçılar da, Peygamber efendimizin ümmi olmadığını söylüyorlar. Bu doğru mudur?
Cevap:
Konu ile alakalı olarak Kısas-ı Enbiyâda deniyor ki:
“Resulullah efendimiz ümmi idi. Yani kimseden bir şey öğrenmemişti. Yazı yazmazdı, okumazdı. Ümmi olan insanların arasında yetişti. Mekke’de, geçmiş insanların hallerini bilen bir âlim yoktu. Başka yerlere giderek kimseden bir şey öğrenmemişti. Böyle iken, Tevrat'ta, İncil'de ve başka ilahi kitaplarda bulunan bilgileri ve eski insanların hâllerini haber verdi. O zamanlarda tarih bilgileri, karışmış, bozulmuş, doğrusunu eğrisinden ayırabilen pek az kimse vardı. Her dinden adamlara cevaplar verip, hepsini susturdu. Bu başarıları, kendisinin Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğunu göstermektedir. Zamanındaki edebiyatçılara, şairlere meydan okuduğu hâlde, hiçbiri onun getirdiği Kur'ân-ı kerim gibi, bir satır bile söyleyemediler. Halbuki Mekkeliler, şiir okumaya, nutuk söylemeye meraklı olup, bu yolda çok çalışırlar ve yarışırlardı. Düzgün konuşmakla övünürlerdi. Kur'ân-ı kerim, bütün şairlere galip geldi. Kur'ân-ı kerime karşı koyamadılar. Şaşkınlıklarından, kılıca sarılıp, dövüşmeyi, ölmeyi göze aldılar. Ebû Zer hazretlerinin kardeşi Üneys, o zamanlar ünlü bir şair idi. Kur'ân-ı kerimi işitir işitmez, Allah kelamı olduğunu anlayıp, hemen Müslüman oldu.” Ankebût suresinin 48. âyetinde mealen;
(Sen bu Kur'ân gelmeden önce, bir kitap okumazdın. Yazı yazmazdın. Okuryazar olsaydın, başkalarından öğrendin diyebilirlerdi) buyurulmaktadır.
Nübüvvetten önce, Peygamber efendimizin bir kervanla, Şam'a olan son yolculuğunda, kervan başkanı olan Meysere, hazret-i Hatice’ye müjdeci olarak Resulullah efendimizi göndereceği zaman, kervanda bulunan Ebu Cehil'in;
“Muhammed daha gençtir. Bir yere yolculuk yapmamıştır. Yolu şaşırır. Başkasını gönder” demesi de, Hamidullah'ın yanlış ve sapık düşündüğünü göstermektedir. Çeşitli yerlere gidip, oralarda öğrendiklerini ortaya koyarak, kavmini ıslaha kalkıştı demek, bir Müslümanın yapacağı şey değildir.
Allahü teâlânın ve İslâm âlimlerinin bu şahitlikleri karşısında, imanı ve aklı olan herkes, Hamidullah ve benzerleri hakkında kesin hükmünü vermekte güçlük çekmez.