Cevap:
Mezhep; gitmek, takip etmek, gidilen yol anlamındadır. Mutlak müctehid denilen dinde söz sahibi âlimlerin, Müslümanların yapmaları gereken hususlarla ilgili olarak dinî delillerden, Kur'ân-ı kerim, hadis-i şerifler ve İcmâdan hüküm çıkarma usulleri ve çıkarıp bildirdikleri hükümlerin hepsine, mezhep denir.
Mezhep demek, Kur'ân ve Sünnet yolu demektir. Bir mezhep imamına uyan, Kur'ân-ı kerime ve Resulullah efendimize uyduğuna iman etmektedir.
Mezhep imamları bile, Kitabın yani Kur’ân-ı kerimin ve Sünnetin yani hadis-i şeriflerin manasını Eshâb-ı kiramdan öğrenmiş ve bu doğru manaya göre ictihad etmişlerdir. Bu doğru manayı ve doğru ictihadı beğenmemek, Muhammed aleyhisselama inanmamak olur ki bu da zındıklıktır.Peygamber efendimiz ve Eshâbının yolu olan Ehl-i sünnetin yüzlerce mezhebinden bugün dört tanesi kitaplara geçmiş olup, diğerleri kısmen unutulmuştur. Bu dört mezhep; Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleridir. Müctehid olmayanların bütün hareketlerinde ve ibadetlerinde bir müctehide tabi olması yani bu dört mezhepten birinde bulunmasının lazım olduğu, Tahtâvîde bildirildiği gibi, Hamdullah Decvî, Muhammed Bâvâ Viltorî de bildirmektedir.
Her Müslümanın; bir ibadet, bir iş yaparken dört mezhepten birine uyması lazımdır. Dört mezhepten birine tabi olmak için bu mezhebin fıkıh bilgilerini iyi öğrenmek lazımdır. Bu da o mezhepte yazılmış olan fıkıh ve ilmihal kitaplarından öğrenileceğini, Muhammed Abdurrahmân Silhetî hazretleri bildirmektedir.
Dört mezhebin itikatları yani imanları birdir, ayrılıkları yoktur. Dördü de Ehl-i sünnet itikadında, inanışındadır. Ehl-i sünnet itikadında olmayanlara bidat ehli dendiği, Tahtâvîde yazılıdır.
Dört mezhepten birine uymak, Kur'ân-ı kerime ve Resulullah efendimize uymaktır. Çünkü, mezhep imamları Kur'ân-ı kerimde açıkça bildirilen hükümleri, Peygamber efendimizin Kur'ân-ı kerim ile ilgili açıklamalarını bildirdikleri gibi, Kur'ân-ı kerimde ve hadis-i şeriflerinde açıkça bildirilmeyen hususların hükümlerini de yine Kur'ân-ı kerim ve hadis-i şeriflerin ışığı altında ortaya koyduklarını Abdülganî Nablûsî hazretleri bildirmektedir.
***
Sual: İslâm bankası vasıtasıyla fâize bulaşmadan nasıl ev alınabilir? Tüccar, zenginlerden veya bankadan fâizsiz ödünç para bulamazsa ne yapabilir?
Cevap:
İslâm bankası, ev sahibi olmak isteyene fâiz ile para vermez. Ondan, istediği evin bütün evsafını öğrenerek, kendi mühendisleri, ustaları ile ve en iyi malzeme ile, onun yaptırabileceğinden daha iyi, medeni ihtiyaçları da karşılayan ev yaptırır. Sonra, banka, bütün masraflarını ve kârını da katarak, bu evi ona taksit ile satar. O kimse, zahmetsizce, iyi bir eve kavuştuğu gibi, banka da, fâizsiz yardım yapmış, kendisi de helal para kazanmış olur.
Müslüman tüccar, Müslüman zenginlerden karz-ı hasen olarak, ödünç alır. Böylece, bankaya binlerce lira fâiz ödemekten kurtulur. Ödünç veren de, çok sevab kazanır. Tüccar, İslâmiyete uymazsa, emniyet, güven kazanamaz. Kimseden ödünç bir şey alamaz. Ödünç alamayan bir tüccar, hisse senetleri çıkarıp, Müslümanları kendine ortak yapmalı. Kâra ortak olmak için, zenginler, tüccara çok para verirler. Bankalar pek az fâiz verdiği için, paralarını bankaya değil, ticarete yatırırlar. Böylece, yurtta ticaret, sanat gelişir. Memleket kalkınır. Hem de, bankalar, zenginleri soyamaz, milleti sömüremez olurlar. Memleket refaha kavuşur. (Tam İlmihal s. 864)