Cevap:
Müslümanların 73 fırkaya ayrılacakları Peygamber efendimiz tarafından haber verilmiştir. Nitekim hadis-i şerifte;
(Benî İsrâil yetmişiki millete ayrıldı. Benim ümmetim de yetmişüç millete ayrılacaktır. Bunlardan yetmişikisi Cehenneme gidecek, yalnız biri kurtulacaktır. Bunlar, benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır) buyuruldu.
İsrâil oğulları, Yahudiler, dinde yetmişiki fırkaya ayrıldı, Müslümanlar da, dinde yetmişüç fırkaya yani çok fırkalara ayrılacaktır. Bunların hiçbiri kâfir değil ise de, Cehennemde uzun zaman kalacaklardır. Çünkü “Yalnız Benim ve Eshâbımın itikadında olan ve bizim gibi ibadet eden fırka Cehenneme girmeyecektir” buyurulmuştur.
İtikat bilgilerinde ictihad ederken, Resûlullah efendimizin ve Eshâb-ı kiramın itikatlarından ayrılan din âlimleri, dinde zaruri ve söz birliği ile bilinen itikattan ayrılırlarsa, kâfir olurlar. Bunlara Mülhid denir. Bunların müşrik oldukları, Bahrde ve Hindiyyede yazılıdır. Zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan itikattan ayrılırlarsa, kâfir olmazlar, itikatta bidat sahibi olurlar. Bunlara Ehl-i kıble de denir.
Amel ve ibadet bilgilerinde ictihad ederken de, zaruri ve söz birliği ile bilinen ibadetlere inanmayan kâfir olur. Fakat, zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan ibadetlerden ayrılan âlimler, eğer müctehid iseler, sevap kazanırlar. Müctehid değilseler, amelde bidat sahibi, mezhepsiz olurlar. Çünkü müctehid olmayanın ictihad etmesi caiz değildir. Bunun, bir müctehidin mezhebini taklit etmesi lazımdır. Hadis-i şerifte;
(Lâ ilâhe illallah diyen kimseye, günah işlediği için kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur) buyuruldu.İtikadı bozuk olmadığı için, Cehenneme girmeyecek olan kimse, yaptığı günahlar sebebi ile Cehenneme girebilir. Eğer salih yani günahına tövbe etmiş yahut af veya şefaate kavuşursa, Cehenneme hiç girmez. Zaruri olarak yani cahillerin de bildiği ve söz birliği ile bildirilmiş olan bir inanışı veya bir işi inkâr eden, kâfir ve mürted olacağı için, 'lâ ilâhe illallah' dese ve her ibadeti yapsa, her günahtan da sakınsa bile, buna 'lâ ilâhe illallah ehli' ve 'ehl-i kıble' denmez.
***
Sual: İslâmiyette vakıf nedir ve altın veya gümüş para vakfı yapılabilir mi?
Cevap:
İbni Âbidîn diyor ki, (Vakıf, mükellef kimsenin, kendi mülkü olan malum mütekavvim malının menfaatini, bir şarta bağlamadan, Müslim veya zimmî, bütün veya belli fakirlere terk etmesidir. İmâmeyne göre, vakıf edilen mal, vakıf edenin mülkünden çıkar. Vakıf, ibadet değil, kurbettir. Sevab kazanmak niyeti ile yapılan mubahlara (Kurbet) denir. Vakıf edilen maldan yalnız veya en sonra bir mescidin veya fakirlerin faydalanmasını bildirmek şarttır. Âdete göre zenginler de istifade edebilir. Malını vakıf eden kimse, bunu hâkime tescil ettirdikten yahut mütevelliye teslim ettikten sonra, vazgeçemez. Öldükten sonra vakıf olmasını söyleyince, bırakacağı malın üçte birinden verilmesini vasiyet etmiş olup vazgeçmesi câiz olur. Vakıf binaların tamirleri, içinde parasız oturmağa hakkı olanların malları ile yapılır. Yapamazlarsa, hâkim bunları çıkarıp, kiraya verip, ücretleri ile tamir ettirip, sonra bunlara teslim eder. Kiracı bulunmazsa, hâkim tarafından (İstibdâl) olunur. Yani, harap binayı satıp, semeni ile başkasını alıp, mütevelliye teslim eder. Başkasını satın alamazsa, semenini fukaraya dağıtır. Mürted, Müslüman olunca, mürted iken yaptığı vakıf sahih olur. Müslüman, mürted olunca, önce yapmış olduğu vakıf bâtıl olup vârislerinin olur. Zimmîlerin de, Müslüman veya zimmî fakirler için vakıf yapması câizdir. Kilise için ve harbî fakirler için, zimmînin de vakıf yapması câiz değildir. Vakıf eden kimse, bir (Mütevelli) tayin edip, malı buna teslim eder. Vakıf ebedî olmak lâzımdır. Bir daha geri alamaz. Osmanlı Türklerinde altın, gümüş para vakfı âdet olduğu için, câiz olmaktadır. Birçok işlerde âdet, nass gibidir). Görülüyor ki, bir işin nasıl yapılacağı nass ile bildirilmemiş ise, müctehidlerin ictihadları ile yapılır. Bir iş üzerinde çeşitli ictihadlar varsa, müftü efendi, bunlar arasında, zamana ve âdete uygun ve elverişli olanını seçer. Zamana, âdete uymak, bu demektir. Yoksa, zındıkların söyledikleri gibi, İslâmiyetin emirlerini değiştirmek, ibadetleri bırakarak, haramları işlemek demek değildir. (Tam İlmihal s. 861)