Cevap:
Allahü teâlânın, insanlara olan nimetlerinin, ihsanlarının en büyüğü, Peygamberler göndermesidir. Allahü teâlâ, Peygamberler göndererek, razı olduğu ve razı olmadığı şeyleri bildirmiştir.
Peygamberler, fen bilgilerini öğretmediler. "Bunları akıl ile araştırınız, bulunuz, faydalı işlerde kullanınız" dediler. Kendileri de, kendi zamanlarında bilinen fen vasıtalarını yaptılar ve kullandılar. Daha fazlasını ve yenilerini yapmakla uğraşmadılar. Bunları yapmayı başkalarına bıraktılar. Kendileri, Allahü teâlânın bildirdiği dinleri yaymaya, öğretmeye uğraştılar.
Din, inanılacak şeyleri, beden ve kalp temizliğini, Allahü teâlâya kulluk vazifesini, kulların birbirlerine karşı haklarını ve vazifelerini bildirir.İnanılacak şeylere Akâit denir. İbadetlere, muamelât ve hukuk bilgilerine Fıkıh denir. İbadetler, namaz, oruç, zekat, hac ve cihat olmak üzere beştir. Bunlara Ahkâm-ı islamiyyenin İbâdât kısmı denir. Cihat, ordunun harp etmesi ve ilim yayarak yapılır. Beden ile olan cihadı devlet yani ordu yapar. İlim yayarak cihadı, âlimler yapar. İkisi de farz-ı kifâyedir. İslâm alimleri, fıkıh ilminde birçok kısımlara ayrıldı. Şimdi, bunlardan dördü kalmıştır.
Bunlar, Hanefi, Şâfii, Maliki ve Hanbeli mezhepleridir. Her Müslümanın, bunlardan birini seçerek, bunun fıkıh kitaplarına uyması lazımdır.
***
Sual: Hangi durumlarda, su varken teyemmüm yapılabilir?
Cevap:
Abdest organlarının çoğunda veya yarısında yara bulunan kimse, teyemmüm eder. Çoğu sağlam ise, sağlamını yıkayıp yaralara mesh eder. Gusülde, bedenin hepsi, bir uzuv sayılır. Bedenin yarısı yaralı ise, teyemmüm eder. Deriye mesh zarar verirse, sargıya mesh eder. Bu da zarar verirse, bunu da terk eder. Çünkü her mezhepte böyle olduğundan, başka mezhebi taklit mümkün değildir. Eli çolak olan, teyemmümde yüzünü ve kollarını yere sürer. Namazı terk etmez. Kolları dirsekten yukarı kesik olan da böyledir. Elleri ve ayakları kesik olanın, yüzünde de yara varsa, namazı abdestsiz kılar. Namaz kılmaz da, denildi. Abdest aldıracak kimse bulamayan hasta, teyemmüm eder. Çocuğu, hizmetçisi veya abdest aldıracak başka bir kimse varsa, teyemmüm etmez.
***
Sual: Hac yaptıktan sonra Resulullah efendimizin kabrini ziyaret etmek gerekir mi? Resûlullah efendimizin mübarek kabri, Mescid-i Nebinin içerisinde midir?
Cevap:
Hac yaptıktan sonra, Medine-i münevvereye gidip, Resûlullahın mübarek kabrini ziyaret etmek lâzım olduğu, (Eshâb-ı Kirâm) kitabının (Müslümanların iki gözbebeği) kısmının son sahifesinde uzun yazılıdır. (Hücre-i saadet), mescid-i şerifin kıble duvarının şark köşesine yakın olup, mihrapta kıbleye dönen kimsenin sol tarafında kalır. Minber ise, bu kimsenin sağ tarafındadır. Hücre-i saadet ile minber arasına (Ravda-i mutahhera) denir. Hücre-i saadet, iç içe iki duvarla çevrilmiştir. İç duvarın tavanının ortasında bir delik vardır. Dış duvar, mescidin tavanına kadar yüksek olup, üzerindeki yeşil kubbe uzaklardan görünür. Dış duvarların ve dışardaki yüksek parmaklığın etrafı (Sitare) denilen birer perde ile örtülüdür. Duvarların içine kimse giremez. Çünkü, kapıları yoktur. (Mir’ât-i Medîne)nin 384. cü sahifesinde diyor ki, Mescid-i saadet yapılırken, eni 60 zrâ [25 metre], boyu 70 zrâ [29 metre] idi. Bedir gazâsından iki ay evvel, yani ikinci senenin Receb ayında, Kıblenin Kâbe cihetine tahvili emir olununca, kapısı cenup duvarından şimal duvarına alınırken, mescidin tülü ve arzı yüzer zrâ [42 metre] yapıldı. Bu kapıya (Bâbüt-tevessül) denir. Velîd bin Abdülmelikin ve üçüncü Abbasi halifesi Mehdinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” 165 [m. 781] de yaptırdıkları tamirde mescidin tülü 126, arzı da 76 metre oldu. Vehhabiler 1375 [m. 1955] senesinde genişletip, tülü 128, arzı 91 metre oldu. Mescid-i Nebideki tarihi isimleri değiştirip, Vehhabilerin isimlerini koydular.
Mescid-i Nebinin beş kapısı var idi. Bunlardan: İkisi garp duvarında olup, kıbleye yakın olana, (Babüsselam), şimal köşesine yakın olana, (Babürrahme) denir. Şark duvarının, kıble tarafında kapı yok idi. Şark duvarında, Babürrahme karşısında (Babül Cibril) vardır. (Tam İlmihal s. 348)