Cevap:
(Takıyye), kalbinde olanın aksini söylemektir. Buna (Müdara) da denir. İtikadını, mezhebini saklamak demektir. Muhtelif şekilleri vardır:
Birincisi, kâfirler arasında olup, malından, canından korkanın, kalbi razı olmadığı hâlde muhabbet izhar etmesidir (göstermesidir). Bu, câizdir. İkincisi, kalbinde olanı açıkça söylemesidir. Bu, efdaldir. Müseylemenin şehit ettiği Sahabi böyledir. Üçüncüsü, öldürmek, zina, malını gasp, yalancı şahitlik, namuslu kadını kazf etmek [fâhişe demek], Müslüman kadınları kâfirlere haber vermek gibi zararlı şeyleri yapmak câiz değildir. Dördüncüsü, takıyye, kâfirlerin galip olduğu yerde câizdir. Şâfiî mezhebinde, zalim Müslümanlar arasında da câiz olur. Beşincisi, malını muhafaza için de, takıyye câiz olur. (Müminin malı, canı gibi kıymetlidir) hadîs-i şerifi buna şahittir. (Malını muhafaza ederken öldürülen, şehit olur) hadîs-i şerifi de böyledir. Çünkü, insanın mala ihtiyacı pek çoktur.
Meselâ, su, gaben-i fâhiş ile, pahalı satıldığı zaman, abdest almak, farz olmaz. Teyemmüm etmek câiz olur. Altıncısı, imâm-ı Mücahid diyor ki, İslâmiyetin başlangıcında böyle idi. Çünkü, o zaman, Müslümanlar garip idi, zayıf idi. İslâm devleti teşekkül edince, bu hüküm değişti. Takıyye, kıyamete kadar câizdir diyenler de vardır. Bunların kavilleri, evlâdır. Çünkü, müminin kendinden zararı, mümkün olduğu kadar def etmesi lâzımdır. (Hak Sözün Vesîkalar s. 350)
***
Sual: Allahü teâlâyı sevmenin alâmeti nedir?
Cevap:
İhsan eden, iyilik eden sevilir. Hadîs-i şerifte, (İhsan sâhibini sevmek, insanların yaratılışında vardır) buyuruldu. Bütün iyilikleri yaratan, insana, can, mal, sıhhat veren, zararlardan, korkulardan koruyan, Allahü teâlâyı sevmek insanlık icabıdır.
Sevmenin üç alâmeti vardır: 1- Onu sevenleri sevmek, 2- Ona itaat etmek, 3- Onu, dil ile, beden ile övmek.
Bunlardan ikincisine (Şükür), üçüncüsüne (Hamd) etmek denir. Onu sevenleri, O da sever. İhsanlarını arttırır. Allahü teâlânın sevgisini kazanmağa çalışana (Salih kul) denir. Bu sevgiyi kazanmış olana (Veli) denir. Başkalarının da kazanması için çalışan Veliye (Vesile) ve (Mürşid) denir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimin Mâide sûresinde, (Vesile arayınız!) buyuruyor. Vesileyi bulmak nimeti, dünya ve ahiret nimetlerinin en kıymetlisidir. O hâlde, onu sevmek, hem bu ihsanın vesilesi olduğu için, hem de, Allahü teâlânın sevgili kulu olduğu için, çok lâzımdır ve insanın birinci vazifesidir. Hakiki vesileye kavuşmak, en büyük saadettir.
Onu aramak birinci vazifedir. Hakiki Mürşid, kıyamete kadar mevcuttur. Hâlis olan taliplere kendisini tanıtır. Düşmanlardan, ahmaklardan saklanır. Adi, alçak kimseler, kıymetli şeylerin sahtelerini, taklitlerini piyasaya sürerek, insanları aldatır. Böylece, kötü yoldan, menfaat sağlarlar. Çok kıymetli olan vesilenin de sahteleri vardır. Bu alçak kimseler, yalanlarla, hileli kerametlerle, cahilleri aldatırlar.
Müslümanlar için en büyük felâket, bunların tuzaklarına düşmektir. Kendilerinin, dinden, imandan, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından haberleri yoktur. Sözleri ile küfür yayarlar. Hareketleri ile hep haram işlerler. Cahilleri ve yeni Müslüman olanları avlamakla geçinirler. Kur’ân-ı kerim, bunlara (Münafık) diyor. Bunların, Cehennemin dibinde, kâfirlerden daha çok azap çekeceklerini haber veriyor. Sözleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına, işleri bu âlimlerin fıkıh bilgilerine uygun olmayan, bu münafıkların tuzaklarına düşmemeleri için evlatlarımızı uyarmalıyız! (Hak Sözün Vesîkaları s. 332)