Cevap:
Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Her şeyden önce, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği, kitaplarında yazdığı itikadı öğrenmek ve imanını buna göre düzeltmek lazımdır. Ondan sonra, fıkıh ahkamını öğrenmeli, farzları yapmaya sarılmalı, helale, harama dikkat etmelidir. Farzların yanında, nafile ibadetlerin, hiç kıymeti yoktur.
Zamanımızın Müslümanları, farzları bırakıp nafilelere sarılıyor, nafile ibadetleri yapmaya ehemmiyet verip, farzları mesela beş vakit namaz kılmayı, ramazan ayında oruç tutmayı, zekât, uşur vermeyi, borç ödemeyi, helali, haramları öğrenmeyi hafif ve ehemmiyetsiz görüyorlar. Olur olmaz yerlere birçok para sarf ediyorlar da, bir kuruş zekâtı bir Müslümana vermeyi benimsemiyorlar. Halbuki, bilmiyorlar ki, bir kuruş zekâtı yerine vermek, binlerle lira sadaka vermekten, kat kat daha sevaptır.
Zekât vermek, Allahü teâlânın emrini yapmaktır. Sadaka ve hayratın çoğu ise, şöhret, hürmet ve nefsin şehvetlerini kazanmak için olur. Farzlar yapılırken araya riya, gösteriş karışmaz. Nafile ibadetlerde ise, gösteriş çok olur. Bunun içindir ki, zekâtı, aşikâre, açıkça vermek lazımdır. Bu suretle insan iftiradan kurtulur. Nafile sadakayı, gizli vermelidir ki, kabul ihtimali fazla olur. Sözün özü şudur ki, dünyanın zararından kurtulabilmek için, İslâmiyete yapışmaktan başka çare yoktur. Dünya zevklerini büsbütün bırakamayanların, hiç olmazsa, hükmen terk etmesi, yani dünyayı terk etmiş sayılmaları lazımdır. Bunun için de, her sözü ve her işi İslâmiyete uygun yapmalıdır.”
***
Sual: Müslüman olmadıkları hâlde, İslâmiyetin bildirdiklerine uygun iş yapanlar, bu yaptıklarının karşılığını ahirette görürler mi?
Cevap:
Gayr-i müslimlerin, bazı emellerine kavuşmak için, İslâmiyete uygun işler yapmaları, dünyada faydalı olur, böylece rahat, mesut yaşamalarına sebep olur ise de, kıyamet gününde fayda vermez. Çünkü onlar, imanla şereflenmemiştir. İbadetlerin kabul olması, iyiliklere sevap kazanabilmek için, iman sahibi olmak lazımdır.
***
Sual: Kur’an-ı kerimdeki secde âyetleri okunduğu zaman, tilavet secdesini, okuyan mı, dinleyenler mi, kısaca kimler yapmalıdır?
Cevap:
Namaz kılması farz olanların, secde âyetini işitince, secde yapmaları vacip olur. Secde âyetini işiten cünübün ve sarhoşun da, abdest aldıkları zaman secde etmeleri lazımdır. Uyuyan ve bayılmış veya deli okuyunca, işitenlerin secde etmesi vacip olur denildi. Fakat, bunların ve kuşun okuması ile secde edilmemesi doğrudur. Çünkü bunların okuması, hakiki, doğru okumak değildir. Hakiki okumak demek, Kur’ân-ı kerimi okumakta olduğunu anlayarak okumaktır. Çocuk, yaptığını anlayacak yaşta ise, okuması ile, işitenlerin secde etmesi lazım olur. Daha küçük yaşta ise lazım olmaz. Dağlardan, çöllerden ve başka yerlerden yansıyıp geri gelen sedayı işitenlerin ve kuştan işitenlerin secde etmesi vacip olmaz. Dürr-ül-müntekâda; “İnsan sesi olması lazımdır” deniyor. Radyodan işitilen sesin, insan sesi olmadığı, hafızın sesine benzeyen, cansız alet sesi olduğu bildirilmiştir. Bunun için, El-fıkh-u alel-mezâhib-il erbe'ada da diyor ki:
“Fonografda, gramofonda, teypte ve radyoda okunan secde âyeti işitenin, tilavet secdesi yapması vacip olmaz.”
Secde âyeti hece hece okununca ve yazılınca da secde yapılmaz. Gayr-i müslimin okuduğunu işiten Müslümanların secde etmesi vacip olur.
***
Sual: Şafii mezhebindeki Müslümanlar, zekât verirken Hanefi mezhebine uyarak vermektedirler. Bunun sebebi nedir?
Cevap:
Şafii mezhebine göre, zekât vermek için, zekatın, Tövbe sûresi, altmışıncı âyetinde bildirilen sekiz sınıf insanın her sınıfına verilmesi lazımdır. Bunlardan, gönlünü alması lazım gelen kâfir sınıfı, zekât toplayan memur sınıfı ve kölelikten kurtarılacak borçlu sınıfı bugün yoktur. Bunları bulup zekât vermek imkânsız olmuştur. Bunun için, Şafii âlimleri, Hanefi mezhebine göre zekât verilmesine fetva vermiştir. Çünkü Hanefi mezhebinde, bu sınıflardan herhangi birine vermekle, zekât verilmiş olmaktadır.
***
Sual: Din bilgileri için, fıkıh kitabı mı, tefsir kitabı mı okumalıdır?
Cevap:
Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayın olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak, caiz değildir.