Silsile-i aliyye büyükleri, Peygamber efendimizden gelen o mübarek nura ilave ve çıkarma yapmadılar, bid’at bulaştırmadılar.
Hocalarından aldıkları bu kıymetli emanetin aslını koruyup ehline teslim ederek hakiki İslamiyet’i bugüne kadar getirdiler. Biz de, bu nimete kavuşmaya lâyık olan, bunu bekleyen insanlara, bu emaneti ulaştırmaya hassasiyetle çalışmalıyız.
Ticarette bile, sattığımız malla birlikte başka şeyler de vermeliyiz. O da güler yüz, tatlı dil ve güzel ahlaktır. Müşteriler, mertliği, dürüstlüğü ve samimiyeti görüp, (Bunlar ne güzel Müslüman) demeliler. Bu güzel muamele, dinimizin yayılmasına da sebep olur.
Hazret-i Ömer Kadsiye Savaşı’nda Sa’d Bin Ebi Vakkas hazretlerine, (Şöyle bir taarruz düzeni kurun!) diye, savaşla ilgili taktikler vermedi. (Ya Sa’d! Düşman ordusunun çokluğundan korkma, Allah’tan kork! Günah işleme! Eğer askerlerin arasında günah işleyen varsa onu ordudan ayır! Çünkü Allah, içinde günah işleyenlerin olduğu kavme zafer vermez) buyurdu. Çünkü başarılı olmak, ancak Allah’tan korktuğumuz ve Onun emir ve yasaklarını, Onun rızası için bildirmek gayesinde olduğumuz zaman mümkün olur. Yoksa, (Biz bunun en iyisini yaparız!) demekle olmaz. İnsan çok âcizdir. Mesela Cenab-ı Hak idrar yolumuzu tıkasa, helâya çıkamayız; diğer işleri nasıl yapacağız!
Silsile-i aliyye büyükleri, Peygamber efendimizden gelen o mübarek nura ilave ve çıkarma yapmadılar, bid’at bulaştırmadılar.
Bir talebe, büyük bir zata sorar, (Efendim mübarek geceler gelip geçiyor, hizmetlerin çokluğundan eve geç gidiyoruz, birkaç şey okuyamadan, fazla bir ibadet yapamadan, yorgunluktan hemen uyuyup kalıyoruz, ne olacak bizim hâlimiz?) der. O zat, (Sizin İslamiyet’in yayılması için yaptığınız bu çalışmaların, işlerin maksadı hizmet olduğu için, en kıymetli ibadeti yapmış oluyorsunuz. Gece fazla ibadet edemeyince kaybımız olmaz) diye cevap verir.