CEVAP
Enver abimiz bunun iki alâmeti olduğunu bildirmiştir:
Birincisi, hubb-i fillah ve buğd-i fillah: (Allah’ı çok seviyorum) dediği hâlde, Ona isyan edenlerle dost olan kimsenin, (Allah’ı seviyorum) demesi yalandır. (Resulullah’ı çok seviyorum) dediği hâlde Resulullah efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” inkâr eden, hattâ Peygamberliğini kabul etmeyenle, münasebet kuranın, onunla dost olanın, (Resulullah’ı seviyorum) demesi yalandır. (Evliya zatları seviyorum) diyen de onlara düşman olanlarla dost olabiliyorsa, yalancı olduğu anlaşılır. İnsan, sevdiğini sevenleri sever, onu sevmeyenleri sevmez, onun sevdiklerini sever, onun sevmediklerini sevmez. İşte sevgide samimiyetin ölçüsü budur.
Yol ikidir: Allah var, bir de düşmanı var. Allah’ın dostuysak, dostlarla beraber olmalı. İkiyüzlülük yapmamalı. Hem düşmanla beraber olup, hem de aşk ilan etmek kadar yanlış şey olmaz.
İkincisi, sevgide itaat: İnsan sevdiğine itaat eder. Allah ve Resulünü seviyorum diyen kimse, sözünde samimiyse, Allah ve Resulüne itaat etmesi gerekir. Demek ki, muhabbet ince bir yoldur. Gözü kapalı gidecek bir yer değildir.
Muhammed aleyhisselama zerre kadar tâbi olmak, bütün dünya nimetlerinden ve bütün ahiret lezzetlerinden daha makbuldür. Bütün dünya nimetleri bir tarafa, Ona tâbi olmanın zerresi bir tarafa! Bütün Cennet nimetleri bir tarafa Ona bağlılığın, Ona muhabbetin zerresi bir tarafa! Yani bu daha ağır gelir. İşte Resulullah’ın Allah indinde makbuliyet derecesi böyledir.
Resulullah’ı sevdiğini söyleyen elinden geldiği kadar onun getirdiği dinin emirlerine uyması gerekir. Ne kadar çok uyarsa, o kadar sevdiği anlaşılır.
Ehl-i sünnet âlimlerini sevdiğini söyleyenin de, kendi aklını bırakıp onlara ve kitaplarına tâbi olması şarttır.