Feyz, nur demektir, Allah sevgisi demektir. Kalbden kalbe gelen, insana Allahü teâlânın razı olduğu şeyleri yaptıran bir kuvvettir. Feyz gelince, kalb temizlenir. Okuduğunu anlamaya, ibadetlerin tadını duymaya, kusurlarını görmeye ve günahlardan sakınmaya başlar. Feyz gelen kalb, dünya hayatını hayal gibi görür. Büyüklerin kendileri, kabirleri, sözleri, kitapları, eşyaları feyz kaynağıdır. Hattâ ellerini değdirdikleri taştan bile, kıyamete kadar feyz yayılır. Bastıkları yere muhabbetle bakan da feyz alır.
Kâfirlerle, fâsıklarla ve bid’at ehli ile karşılaşmak, onlarla beraber olmak, kalbde zulmet hâsıl eder, feyz gelmesine engel olur. Haram yiyen, büyüklerin ruhlarının gelmesinden mahrum kalır ve feyz alamaz. Yediği haram şeylerin çıkardığı manevî gazlar vücuttaki feyz yollarını tıkar, büyüklerin feyzi gelemez. Demek ki feyzin gelmesi için, haramlardan sakınmak, salihlerle beraber bulunmak ve dinin emrine uymak şarttır.
Feyz, güneşin ışığı gibidir, her tarafa ışık saçar. O büyüklerden mutlaka feyz gelir. Bunu alıp almamak ise insanın elindedir. Hatta feyz göğüs hizasına kadar gelir, ama almak için bazı şartlar vardır:
1- Feyzin geldiğine inanmak.
2- Feyzin geldiği zatın büyüklüğüne inanmak.
3- Feyzin geldiği zatı sevmek yani onun bildirdiklerine uymak, itaat etmek.
4- Doğru iman sahibi olup, farzları yapmak, haramlardan sakınmak.
5- O zata karşı çok saygılı ve edepli olmak. Bu en önemlisi ve zor olanıdır, çünkü (Hiçbir bî-edeb, vâsıl-ı ilallah olamaz) buyuruluyor. Yani edebe riayet etmeyen, Cenab-ı Hakk’ın rızasına kavuşamaz, Allah dostu olamaz.
Feyz geldiği şu yollarla anlaşılır:
1- Feyz gelmişse, Allahü teâlâ, onu küfürden korur.
2- Haramlardan uzaklaştırır.
3- Dünyadan soğutur.
4- Büyükleri, salih kimseleri, ibadetleri sevdirir.
5- Ölümü sevdirir, ölüme karşı hasret duymaya başlar.
İşte bunlar varsa, feyz geliyor demektir. Feyz, insanı küfürden, günahlardan koruduğu gibi, evliyalığa kadar da götürür. Eğer haramlardan, günahlardan soğumuyorsak, dünya hırsı aynen devam ediyorsa, feyz alamıyoruz demektir.