Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İnsanın haddini bilmesi için, kendisinin âciz ve hayatın hayâl olduğunu bilmesi yeterlidir. İnsan, kendiliğinden dünyaya gelemediği gibi, kendiliğinden de gidemez. Allahü teâlâ, güç, kuvvet vermese, işitemez, konuşamaz, yiyip içemez, yani hiçbir iş yapamaz. Çünkü insan bir hiçtir. Hâl böyleyken, bir kimsenin Allahü teâlânın verdiği emanetleri, gücünü kuvvetini, kabiliyetini, kendine ait zannetmesi çok yanlış olur.
İnsanın, gerek iç organları bakımından, gerekse dışarıdaki şartlar bakımından elinde hiçbir kuvveti yoktur. Kalbine, midesine, ciğerlerine muhtaçtır, ama hiçbirini kendisi çalıştıramaz. Yine bunun gibi, güneşe, havaya, suya, toprağa muhtaçtır, ama toprağın minerallerini yapan, bulutları yaratan, onlardan yağmur yağdıran, hep yüce Allah'tır. O bakımdan insan, ancak kendini tanıdığı yani âciz olduğunu anladığı zaman Allah'ı tanıyabilir, hiçbir işe yaramadığını, ancak yüce Allah'ın verdiği kudretle bir iş yapabileceğini anladığı zaman kurtulur. Selde, tsunamide veya depremde, binlerce kişi ölüyor, toprağın altında kalıyor. Allah'ın kudreti karşısında teknoloji acze düşüyor, her şey âciz kalıyor.
Hayat hayâldir
Hayat hayâldir. Ömür su gibi akıp gidiyor. Geçen günlerin geri gelmesi mümkün değildir. Gerçek ve sonsuz hayat, öldükten sonra başlar. Bu dünya âhiretin tarlasıdır, herkes ne ekerse onu biçer. Birine iyilik eden de, kötülük eden de, gerçekte kendine eder.
İnsanın ömrü, dünyanın ömrüne göre, çölde esen bir saniyelik rüzgâr gibi kısadır. Acı tatlı günler, zenginlik, fakirlik hayatı bir anlık rüzgâr gibi gelir geçer. Zalim, zulmeder, yakıp yıkar, öldürür, ama o da geçer. Ancak bir şey geçmez. O da, mazlumun zalimden alacağıdır. İşte âhirette en kârlı çıkacak olan mazlumdur. İki cihanda da alacaklı olmak iyidir. Borçlu olmak ise çok tehlikelidir.
Kulun korku ve heybeti, ilmi kadardır. İlmi aklı kadardır. Aklı edebi kadardır. Zühdü âhirete rağbeti kadardır. Zühdün esası da her şeyde Allahü teâlâdan razı olmaktır.
İnsanın haddini bilmesi için, kendisinin âciz ve hayatın hayâl olduğunu bilmesi yeterlidir. İnsan, kendiliğinden dünyaya gelemediği gibi, kendiliğinden de gidemez. Allahü teâlâ, güç, kuvvet vermese, işitemez, konuşamaz, yiyip içemez, yani hiçbir iş yapamaz. Çünkü insan bir hiçtir. Hâl böyleyken, bir kimsenin Allahü teâlânın verdiği emanetleri, gücünü kuvvetini, kabiliyetini, kendine ait zannetmesi çok yanlış olur.
İnsanın, gerek iç organları bakımından, gerekse dışarıdaki şartlar bakımından elinde hiçbir kuvveti yoktur. Kalbine, midesine, ciğerlerine muhtaçtır, ama hiçbirini kendisi çalıştıramaz. Yine bunun gibi, güneşe, havaya, suya, toprağa muhtaçtır, ama toprağın minerallerini yapan, bulutları yaratan, onlardan yağmur yağdıran, hep yüce Allah'tır. O bakımdan insan, ancak kendini tanıdığı yani âciz olduğunu anladığı zaman Allah'ı tanıyabilir, hiçbir işe yaramadığını, ancak yüce Allah'ın verdiği kudretle bir iş yapabileceğini anladığı zaman kurtulur. Selde, tsunamide veya depremde, binlerce kişi ölüyor, toprağın altında kalıyor. Allah'ın kudreti karşısında teknoloji acze düşüyor, her şey âciz kalıyor.
Hayat hayâldir
Hayat hayâldir. Ömür su gibi akıp gidiyor. Geçen günlerin geri gelmesi mümkün değildir. Gerçek ve sonsuz hayat, öldükten sonra başlar. Bu dünya âhiretin tarlasıdır, herkes ne ekerse onu biçer. Birine iyilik eden de, kötülük eden de, gerçekte kendine eder.
İnsanın ömrü, dünyanın ömrüne göre, çölde esen bir saniyelik rüzgâr gibi kısadır. Acı tatlı günler, zenginlik, fakirlik hayatı bir anlık rüzgâr gibi gelir geçer. Zalim, zulmeder, yakıp yıkar, öldürür, ama o da geçer. Ancak bir şey geçmez. O da, mazlumun zalimden alacağıdır. İşte âhirette en kârlı çıkacak olan mazlumdur. İki cihanda da alacaklı olmak iyidir. Borçlu olmak ise çok tehlikelidir.
Kulun korku ve heybeti, ilmi kadardır. İlmi aklı kadardır. Aklı edebi kadardır. Zühdü âhirete rağbeti kadardır. Zühdün esası da her şeyde Allahü teâlâdan razı olmaktır.