Feyzin gelmesi için feyz veren zata tam inanmak gerekir. Ancak o zaman, tam muhabbet oluşur. Yani feyz ve muhabbetin olması için mutlaka güvenmek şarttır. Güvenince itaati artar, teslimiyeti artar. Teslimiyet, büyüklerden zerre kadar şüphe etmeden onları sevmek, onlara itaat etmek demektir, ölü yıkayıcısının elindeki ölü gibi olmaktır. Bu, ne kadar eksikse, gelen feyzden o nispette az alınır. Kişi hep dünyayla haşır neşir olunca da, dünya muhabbeti kalbinden çıkmaz. Çünkü bu büyüklerden gelen feyz, dünya muhabbetini kökten yok eder, siler süpürür. Diğer bir şart da sohbet, yani görüşmektir. Çünkü feyz olması için rabıta yani bir irtibat olması lazımdır.
Rabıtanın en güzeli beraber olmak, görüşmektir. Mesela Selman-ı Farisî hazretlerinde ihlas ve muhabbet vardı, ama Resulullah vefat ettikten sonra artık Resulullah’ın sohbetinde bulunamadığı için kemale gelmesi, Ebu Bekr-i Sıddık hazretlerinin sohbetiyle oldu.
Gelen feyzi almamıza engel de şudur: Bir büyük günaha devam ediliyordur, çünkü günah engeldir. O zaman, o zatı reddetmemeli, kusuru herkes kendinde aramalı, bütün günahlara istiğfar etmeli. Devamlı tevbe etmeli ki, bu kapı açılsın. Yağmur geliyor, fakat kapta birikmiyor. Kap boş. Yağmur suyu akıp gidiyor. Kabın dolması için, iki ana musluğa ihtiyaç vardır. Biri istiğfar, biri de tevazudur, çünkü su dağlardan ovalara akıyor. Hiçbir su yukarı doğru akmaz. Feyz gelmesi için şart, salih insanlarla beraber bulunmaktır.
Peygamber efendimiz, (Salihlerin anıldığı yere rahmet iner) buyuruyor. Bu rahmetten, kabı çok açık olan çok alır, az açık olan az alır, ama kabı ters olan hiç alamaz. Kabının ters olması o zatı inkâr etmek, büyüklüğünde şüphe etmektir.
İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Cenab-ı Hakk’a kavuşturacak her çeşit ibadet, her çeşit kemâlat üstünde, ilk sırada sohbet gelir, ama şartı ağırdır. O da edebe riayettir. Zerre kadar edeb dışına çıkılırsa istifade edilemez) buyuruyor.