Bundan yüz sene önce hiçbirimiz yoktuk. Yüz sene sonra da hiçbirimiz olmayacağız. İki yokluk arasında olan, çok kısa bir hayat içindeyiz. Bu kısa hayatı en kıymetli işle değerlendirmek gerekir, çünkü hayat kısa, yol uzun, varacağımız yer ise sonsuzdur. Şaka değil, ölüm mutlaka gelecek. Allahü teâlâ korusun, bir kibritin ateşine dayanamayız, bir mumun ateşine bile elimizi koyamayız. Cehennemdeki ateş ise, bildiğimiz ateş değildir. İnsan bir an bu ateşi düşünse, uykuları kaçar, yemek yiyemez. Devamlı, (Ne olacak benim halim?) diye düşünür.
Önemli olan, insanların değil, Allahü teâlânın takdir etmesi, beğenmesidir. O kimi sever? Elbette alçak gönüllüyü sever, kibirliyi sevmez. Çünkü her türlü günaha Cenab-ı Hakk’ın sıfatları düşmandır, ama kibirliye, zatı yani bizzat kendisi düşmandır. Onun için, (Kibirliye hiç acımam, onu yakarım) buyuruyor. Allahü teâlânın verdiği bazı kabiliyetler, bazı üstünlükler, bazı makamlar, insanı kibre sürüklememeli, onu insanlıktan çıkarmamalı.
Bir müminin imanının kâmil olması, şu üç şarta bağlıdır:
1- Hanımıyla iyi geçinir. O da Allah’ın kuludur, üstelik kendisine emanettir. Onu üzecek şeylerden sakınmalı, kul hakkından korkmalı. Kul hakkının ahiretteki hesabı çok zordur.
2- Zenginlerin değil, fakirlerin sohbetinden hoşlanır, fakat fakir denilince dilenci anlaşılmamalıdır.
3- Yardımcılarıyla, hizmetçileriyle rahatça oturur, bağdaş kurar, soğanını kırıp yemek yer. Kibirlenmekten sakınır. (Bir damla suydum, bu hale geldim. Beni bu hale getiren yüce Allah’a şükürler olsun) diye düşünür. Zaten insan öldükten sonra başına gelecekleri düşünse, her şeyden vazgeçer. Kim bu üç hususa riayet ederse Rabbimize çok şükretmelidir.
Eğer Cenab-ı Hak bir kuluna şu iki şeyi vermişse, onun başka bir şeye ihtiyacı yoktur:
1- Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadında olmak, yani Resulullah’a tâbi olmak.
2- Bu itikadı yani dinimizi doğru öğreten zata mutlak itaat, mutlak sevgi, mutlak bağlılık. Bunda zerre kadar tereddüt, sapma veya kayma olursa istifade biter. Dolayısıyla, (Bize dinimizi öğreten zatı seviyorum) demek yetmez, bunu icraatıyla ispat etmek şarttır. Çünkü lisan-ı hâl, lisan-ı kâlden entaktır. Yani insanın hâl ve hareketi, sözünden daha tesirli olur. Sevgi itaate yani tâbi olmaya bağlıdır. İtaatin olmadığı yerde, sevgiden nasıl bahsedilir ki?