Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dünyanın kendisi değil, sevgisi çok kötüdür. Taşın, toprağın, ağacın ne suçu var? Suç olan, felaket olan, kalbi bunlara bağlayıp âhireti unutmaktır. Bütün mesele buradadır.
Rast gele herkese (Namaz kıl, kılmazsan yanarsın) demek uygun olmaz, ama ahiret yolcusu olan mümine böyle söylenebilir. Yoksa dünya yolcusu olan, namaz da kılsa, hacca da gitse sapıtır. Önce onun yönünü, dünyadan ahirete çevirmek gerekir. Bunun yolu da, ahiret yolcularını sevdirmektir. Çok kimse, Evliya zatların sevgisini alamadıkları ve Allah sevgisine kavuşamadıkları için, yollarını şaşırıyorlar, çünkü Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için Onun sevdiği bir kulu bulmak çok önemlidir. Su isteyen, duvara gitmez, musluğa gider. Eğer böyle mübarek zatların sevgisini insanlara verebilirsek, onlara en büyük iyiliği yapmış oluruz. Bu yüzden insanlara, Resulullahın vârislerini, yani Ehl-i sünnet âlimlerini, Silsile-i aliyye büyüklerini tanıtıp anlatmalı, sevdirmeliyiz.
İmam-ı Rabbani veya Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri gibi büyük zatları anlatırken, karşımızdaki onları bir severse, zaten iş kökten biter, çünkü büyükler, (Evliyayı seven, evliya olur) buyuruyorlar. Ne demek evliya olur? Allah dostu olur. Ondan sonra artık dostlarla haşrolur. Evliya zatları sevebilmek için, onları tanımak gerekir. Tanımadan sevgi olmaz. Bir kimse kapının önünden geçse, o da büyük bir âlim olsa, fakat gören kimse tanımasa, nerden bilecek ki? Bu yüzden mübarek bir zat, (Ben hocamı görmeseydim, hocam da bana Mektubat-ı Rabbani’yi anlatmasaydı ve ben de bu kitabı elime geçirseydim, şöyle bir bakardım, bu kitap anlaşılmıyor der, bırakırdım. Hatta bazı kısımlarına hiç aklım bile ermezdi, belki sıkılırdım, ama hocam öyle anlattı ki, Mektubat’a ve İmam-ı Rabbani hazretlerine bizi âşık etti. Ben de sıkılmadan okudum. Mektubat’ın her satırında hayat bulduk) buyuruyor.
Şimdi Halid-i Bağdadi hazretleri Bağdat’a gelse ve caddelerde dolaşsa, hiç kimse onun yüzüne bakmaz, çünkü gördükleri halde tanımazlar. Onun için dinimizde esas olan, görmek değil, tanımaktır.
İslamiyet’i anlatmak isteyenin, Peygamber efendimizi anlatması gerekir. Peygamber efendimizi anlatmak isteyenin de, Onun vârislerini anlatması gerekir. Onun vârislerini anlayan, tanıyan Resulullah efendimize âşık olur. Ona âşık olan, Allahü teâlâya âşık olur. Yoksa hiçbir aracı, vasıta olmadan, doğrudan doğruya Allah’ı severim diyen, kimi sever? Nefsini sever. Tanımadığını nasıl sevecek? Kendini sevdiğinin farkında değil, çünkü bu, bülbül sesini veya göl manzarasını veya ağaç manzarasını sevmek gibi değildir. Allahü teâlâyı tanımanın yolu da, tanıyanları tanımak ve onları sevmektir.