Abdullah, sabah namazı kılmış, dua ediyordu. “Ya Rabbi” dedi “Bana helalinden hayırlı, bol rızık ihsan eyle, evlatlarıma ve hanımıma helalinden nafaka getirebilmem için, bana güç, kuvvet, sağlık, sıhhat ve kazancıma bereket ihsan eyle. Senin dinine ve kullarına hizmet etmeyi nasip eyle!” Duasını henüz bitirmişti ki hanımı seslendi:
— Bey geç kalacaksın, haydi kahvaltıya gel!
— Geldim hanım geldim. Oh, mis gibi koktu mübarek tarhana, bayılırım.
Hanımı gülümsedi:
— Biliyorum, sen seviyorsun diye yaptım. Haydi, buyur afiyet şifa olsun!
— Allahü teâlâ razı olsun hanım, ellerine sağlık.
— Bey, vakit geldi, geç kalmadan çık istersen.
— Haklısın hanım, haydi Allah’a ısmarladık.
— Selametle, güle güle! Allahü teâlâ kolaylık ihsan eylesin, işini, gücünü rast getirsin.
* * *
Abdullah, gazete dağıtıcılığı yapıyordu. İki çocuğu vardı. Çok saliha, bir o kadar da kanaatkâr bir hanımı vardı. Gazete dağıtıcılığından çok bir şey kazanmıyordu aslında. Kalan zamanlarında, bozulmuş elektrikli aletlerin tamirini yapıyor, geçinip gidiyorlardı. Şimdiye kadar ailesinin isteyip de, onun alamadığı hiçbir şey olmamıştı. Hoş, hanımı da beyini zor durumda bırakacak hiçbir şey istememişti şimdiye kadar. Hep ellerinde olanla yetinmeye çalışıp, dünyalığa fazla değer vermemiş, beyinin getirdiğine razı olmuş; hatta üç beş kuruş da bir kenara koyabilmişlerdi. Kim bilir, belki bereketi çoktu kazandıkları paralarının.
* * *
Abdullah, gazete dağıtım bürosundan, abonelerin gazetelerini alarak dağıtmaya başladı. Dağıtım bittiğinde her zaman uğradığı, bakkal Hasan efendinin gazetesini de bıraktı. Biraz onunla sohbet ettiler. Hasan Efendi bu sohbete alışıktı ve her gün aynı saatlerde Abdullah’ı bekler, sohbet ederken içecekleri çayı bile hazır ederdi. O gün de öyle oldu, sohbet ve çaydan sonra büroya gitmek için bakkaldan çıktı. Bakkalın karşı kaldırımında, saçı başı dağınık, pejmürde kılıklı birinin oturduğunu gördü. Aynı kişi, bir gün önce de aynı yerde oturuyordu. İçinden, “Elimde gazetem arttı. Allah rızası için, bu gazeteyi şu garibe vereyim” diye geçirdi. Adamın yanına yaklaşarak:
— Selamün aleyküm bey abi. Bu gazete size hediyem olsun, diyerek gazeteyi uzattı.
— Ve aleyküm selam, sağ olasın, diyerek başını kaldırdı ve gazeteyi alarak tekrar kendi düşünceli dünyasına döndü adam.
Abdullah, büroya gidene kadar bu adamı düşündü. Neydi onu böyle kaldırım kenarında oturtup düşünceler deryasına salan. Kim bilir ne derdi vardı. Rabbim herkese kolaylıklar versin diyerek büroya geldi, kalan gazeteleri büroya bırakarak eve döndü.
Sonraki birkaç gün hep aynı şeyler tekrar etti. Abdullah, bakkaldan çıktıktan sonra karşı kaldırıma geçiyor ve orada oturan adama bir gazete verdikten sonra büroya gidiyordu. Bir gün bakkal çıkışı, her zaman oturduğu yerde göremedi adamı. Merak içinde, ne oldu acaba, neden yok diye düşünürken, bir evin penceresinden kendine seslenildiğini duydu. Sesin geldiği tarafa baktı. Adam Abdullah’a seslendi:
— Dağıtıcı kardeş, işin bitince bize gel, seni kahvaltıya bekliyorum.
Abdullah kendisine seslenenin, kaldırımda oturan kişi olduğunu görünce şaşırdı. Daha yeni tanışmışlardı ve kendisini kahvaltıya çağırıyordu. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini şaşırdı.
— Benim işim uzun sürer efendim, beni beklemeyin!
— Olsun. İşin ne zaman biterse o zaman gel. Seni mutlaka bekliyorum.
— Madem ısrar ediyorsunuz peki efendim.
Gazeteleri büroya bırakan Abdullah, merak içindeydi. Yol boyu, ne oldu da bu adam beni çağırdı, ne yapacak, ne isteyecek acaba gibi sorular kafasında dolaşıp durdu. Sonra sanki sorulara cevap bulmuşçasına, “Tabii ya, neden daha önce aklıma gelmedi? Gazeteye abone olmak için beni çağırıyordur” diye düşündü. Kendi kendine verdiği bu cevap, onu neşelendirmiş, rahatlatmıştı. “Eli boş gidilmez, bizim bakkal Hasan Efendiden bir ekmek alayım da, öyle gideyim bari” diye geçirdi içinden. Bakkaldan aldığı ekmeği bir poşete koyarak kapıyı çaldı.
— Hoş geldin, geç içeri dağıtıcı kardeş! Gel, biz de kahvaltı için seni bekliyorduk.
— Hoş bulduk efendim. Şey, gelirken ekmek almıştım, sıcakmış da, buyurun!
— Zahmet etmişsin, sofraya buyur. Kusura bakma, sana yalnız bir kuru ekmek ve zeytin ikram edebiliyoruz. Aslında daha mükellef bir sofra olmasını isterdik ancak…
— Estağfurullah efendim. Ne demek, biz de böyle kahvaltı ederiz, üstelik çok da severiz zeytin ekmeği.
— Seni niçin çağırdık, biliyor musun?
— Gazeteye abone olmak için mi?
— Şey aslında başka bir şey için çağırdık; ama tabii abone de olacağız gazetemize. Neyse, haydi hem kahvaltımızı yapalım, hem de sohbet edelim.
Bir taraftan kahvaltı ediyorlar, bir taraftan da sohbet ediyorlardı.
— Bu arada benim adım Mahmut, senin adın nedir?
— Benim adım Abdullah efendim.
— Abdullah kardeş, aslında biz hanımla sana teşekkür etmek için çağırdık. Sana çok şey borçluyuz.
— Ben mi? Ben ne yaptım ki efendim?
— Ne mi yaptın? Hayatımızı değiştirdin. Daha ne yapacaktın?
— Hayrola hayatınızı nasıl değiştirdim?
— Evimize huzur getirmek suretiyle… Bana verdiğin ilk gazeteyi hatırlıyor musun? İşte her şey o gazeteyle başladı. Yaklaşık 8–9 aydır işsizdim. Hanımla bu yüzden sık sık atışıyorduk. O bana bir iş bulamadığım için kızıyor, ben ise iş için başvurduğum kapılardan hep eli boş dönüyordum. Büyük bir boşlukta, ne yapacağını şaşırmış halde, bunalımlar içinde, her gün eve erken gelip hanımın sözlerini duymaktansa kendimi sokağa atıyor, o gördüğün kaldırımda sabahtan gece geç saatlerine kadar oturuyor, sonra geç saatte eve gelerek hemen yatıyordum. İşte öyle bir günde, geç saatte eve geldim. Senin verdiğin gazeteyi masanın üstüne bırakarak, hanımın söylenmelerine fırsat vermeden yattım. Ertesi gün erkenden, yine kaldırım kenarında iş için nereye gitsem diye düşünüyordum. Hanım evde senin verdiğin gazeteyi açmış defalarca okumuş. Neyse, ben eve yine geç geldim. Tabii senin verdiğin gazeteyle... Kendimi işiteceğim sözlerden nasıl kurtaracağım diye düşünürken kapıyı açan hanımım beni güler yüzle, “Hoş geldin efendi, aç mısın, sana çorba yaptım” diyerek karşıladı. Ben hanımın dırdırından nasıl kurtulacağım, yine iş bulamadım diye düşünürken, hanımın böyle karşılaması beni şaşırttı. Herhalde benimle alay ediyor, daha fazla sinirlerimi bozmadan yatayım dedim. Elimdeki gazeteyi masanın üzerine bırakıp, bir şey söylemeden yattım. Sonraki günlerden birinde, başvurduğum bir fabrikadan “Yarın gel, işe başla” dediler. Çok sevindim. Erkenden eve döndüm, hanım ne söylerse söylesin, ne kadar dalga geçerse geçsin, nasıl olsa iş buldum artık diyerek eve geldim. Hanım yine beni güler yüzle kapıda karşılayarak, “Hoş geldin evimin efendisi, nasılsın, aç mısın, sofrayı hemen hazırlayayım mı?” dedi. Hanımın uzun süredir böyle davranınca, alay etmek için olmadığını düşünerek, konuşmaya başladım.
* * *
— Yahu hanım, sana birkaç gündür bir şeyler oldu. Önce benimle dalga geçtiğini düşünüyordum; ama sen böyle davranmaya devam edince samimi olduğunu anladım. Sahi kafanı bir yere mi çarptın, ne oldu sana?
— Sana işin gerçeğini anlatayım mı? Ama önce otur ve getirdiğin Türkiye gazetesinin orta sayfasını oku dedi.
— Okudum ne olacak?
— Dikkatlice bir kere daha oku. Ben tam 4 defa okudum.
— Evet, okudum.
— Şimdi, sonraki günün gazetesini sana veriyorum yine orta sayfadaki şu yazıyı oku. Anladın mı bey? İlk gün, “Kocanın hanımı üzerindeki hakları” yazısını okuyunca neye uğradığımı şaşırdım. Tekrar tekrar okudum. Meğer ben sana ne kadar yanlış davranmışım, ne kadar zulmetmişim. Yalvarırım, bana hakkını helal et!
— Hanım, ben de ertesi günkü gazetede, “Hanımın kocası üzerindeki hakkı” yazısını okuyunca aynı şeyleri düşündüm. Sen de bana hakkını helal et! En iyisi, birbirimize haklarımızı helal edelim, bir daha da birbirimizi üzmeyelim. Hem biliyor musun, iş buldum, yarın gel başla dediler.
— Bey çok sevindim. Sana bir şey söyleyeyim mi? Ben ne yaptım, biliyor musun? Namaza başladım. Alt kattaki teyze öğretti bana. Kur’an-ı kerim de öğretecekmiş.
— Çok şükür Rabbimize... Evimize huzur geldi, ben de namazlarımı kılmaya başlayacağım.
— Mahmut Bey, ne düşünüyorum biliyor musun? Senin şu dağıtıcının verdiği gazete var ya, bize bereket ve huzur getirdi. Ne dersin, madem işe de başladın, gazeteye abone olalım mı?
— Hanım daha dur bakalım. Daha başlamadım, hem nasıl öderiz parasını?
— Allah büyüktür bey, öderiz inşallah. Böyle “huzur veren bir gazeteyi” alınca, Allahü teâlâ bunun vesilesiyle, evimize bereket de ihsan eder inşallah. Maaşını aldığında da, güzel bir sofra hazırlayıp senin dağıtıcıyı da kahvaltıya çağıralım, hem abone olalım, hem de teşekkür edelim bize getirdiği huzur için, ne dersin?
— İnşallah hanım. Hele maaşı bir alalım da...
* * *
— Bundan 3–4 gün önceydi Abdullah kardeşim. Ekonomik krizden dolayı fabrika kapandı. Biz de maaşları alamadık; fakat hanım, “Niyetimizi bozmayalım. Biz ne yiyorsak o da ondan yer. Hem böyle bir gazetenin dağıtıcısı elbette insanlarda kusur aramaz, bizi hoş görür” diyerek ısrar etti. Şimdi işsizim; ama huzurluyum elhamdülillah. Dinimizi öğreniyor ve yapmaya çalışıyoruz, hanımım da kapanıp dini görevlerini yerine getiriyor. Şükürler olsun. İşe gelince, Rabbim bir kapıyı kaparsa elbet bir başka kapıyı açar. İşte böyle Abdullah kardeşim. Şimdi senden ricamız, bize de her gün bir gazete bırakman ve dua etmen. Biz sana hep dua edeceğiz.
— Efendim anlattıklarınız ne kadar güzel şeyler, inşallah hepimiz kurtulanlardan oluruz. Size gazete getirmek beni çok mutlu eder, hem de sizi sık sık görmüş olurum.
* * *
Abdullah artık her gün bir gazete de Mahmut Beylerin evine bırakıyordu. Ara sıra görüşüp sohbet ediyorlardı. Mahmut beyin eski çalıştığı fabrika kapanmış, yerini büyük bir market satın almıştı. Marketin sahibi, kendisinin markette çalışmasını istemiş, zamanla dürüstlüğü ve güzel ahlakı sebebiyle market hissedarlarından olmuştu.
Mahmut Bey artık etrafında itibar sahibi yani saygın, beğenilen, sözü dinlenen, birisiydi. Çevresindeki arkadaşlarını da gazeteye abone yapmış, Abdullah’ın gazete abone sayısı bir hayli artmıştı. Mahmut Beyler, maddi ve manevi olarak birçok nimetlere kavuştular; ama geldikleri yeri ve gazetelerini, bir de Abdullah ve ailesini hiç unutmadılar. Hatta onlarla komşu olmak için Abdullahların yakınından ev aldılar. Yani kurtulmak için, kurtulanlarla beraber oldular.
Z. Alkan