Gülbahçesinden...
Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Oruçlu eğer yalan sözü ve onunla ameli bırakmazsa, Allahü teâlânın, onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Oruçlu eğer yalan sözü ve onunla ameli bırakmazsa, Allahü teâlânın, onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.)
[Buharî, Ebu Davud, Tirmizî]
Kâinatın Efendisi Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem"
HİLYE-İ SEADET
Allah için intikam alırdı. Akrabâsına, Eshâbına ve hizmetcilerine tevâzu' ederek, iyi mu'âmele eylerdi. Ev içinde çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Hastaları ziyârete gider, cenâzelerde bulunurdu. Eshâbının işlerine yardım eder, çocuklarını kucağına alırdı. Fakat, kalbi bunlarla meşgûl değildi. Mubârek rûhu melekler âleminde idi.
Resûlullahı "sallallahü aleyhi ve sellem" ansızın gören kimseyi korku kaplardı. Kendisi yumuşak davranmasaydı, Peygamberlik hâllerinden, aslâ kimse yanında oturamaz, sözünü işitmeğe tâkat getiremezdi. Hâlbuki, kendisi, hayâsından, mubârek gözleri ile kimsenin yüzüne bakmazdı.
Fahr-i âlem "sallallahü aleyhi ve sellem", insanların en cömerdi idi. Birşey istenip de, yok dediği görülmemişdir. İstenilen şey varsa verir, yoksa, cevâb vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsânları vardı ki, rum imperatörleri, Îrân şâhları, o kadar ihsân yapamazlardı. Fakat kendisi sıkıntı ile yaşamağı severdi. Öyle bir hayât yaşıyordu ki, yemek ve içmek hâtırına bile gelmezdi. Yemek getirin yiyelim veyâ falanca yemeği pişiriniz demezdi. Yemek getirirlerse yer, her ne meyve verseler kabûl ederdi. Ba'zan aylarca az yer, açlığı severdi. Ba'zan da çok yerdi. Yemeği üç parmakla yerdi. Yemek sonunda su içmezdi. Suyu otururken içerdi. Başkaları ile yemek yerken, herkesden sonra el çekerdi. Herkesin hediyesini kabûl ederdi. Hediye getirene karşılık olarak, katkat fazlasını verirdi.
Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem", hicretin sekizinci senesi, Ramezân-ı şerîfin onuncu Pazartesi günü, onikibin kahraman ile birlikde, Medîneden çıkarak Ramezânın yirminci Perşembe günü Mekke-i mükerremeyi feth eyledi. Ertesi Cum'a günü hutbe okurken, mubârek başında siyâh sarık sarılı idi. Mekkede onsekiz gün kalıp Huneyne gitdi. Sarığının ucunu sarkıtırdı. (Sarık, müslümânlar ile kâfirler arasını ayırır) buyururdu. Çeşidli elbise giymek âdeti idi. Yabancı devlet sefîrleri gelince süslenirdi. Ya'nî kıymetli ve nefîs elbise giyerek, güzel yüzünü gösterirdi. Önce, altın yüzük takardı. Sonra, taşı akîkden gümüş yüzük takdı. Yüzüğünü mühür olarak kullanırdı. Yüzüğü üzerinde(Muhammedün Resûlullah) yazılı idi. Erkeklerin altın yüzük takmaları, dört mezhebde de câiz değildir. -devamı var- (Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye)
HİLYE-İ SEADET
Allah için intikam alırdı. Akrabâsına, Eshâbına ve hizmetcilerine tevâzu' ederek, iyi mu'âmele eylerdi. Ev içinde çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Hastaları ziyârete gider, cenâzelerde bulunurdu. Eshâbının işlerine yardım eder, çocuklarını kucağına alırdı. Fakat, kalbi bunlarla meşgûl değildi. Mubârek rûhu melekler âleminde idi.
Resûlullahı "sallallahü aleyhi ve sellem" ansızın gören kimseyi korku kaplardı. Kendisi yumuşak davranmasaydı, Peygamberlik hâllerinden, aslâ kimse yanında oturamaz, sözünü işitmeğe tâkat getiremezdi. Hâlbuki, kendisi, hayâsından, mubârek gözleri ile kimsenin yüzüne bakmazdı.
Fahr-i âlem "sallallahü aleyhi ve sellem", insanların en cömerdi idi. Birşey istenip de, yok dediği görülmemişdir. İstenilen şey varsa verir, yoksa, cevâb vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsânları vardı ki, rum imperatörleri, Îrân şâhları, o kadar ihsân yapamazlardı. Fakat kendisi sıkıntı ile yaşamağı severdi. Öyle bir hayât yaşıyordu ki, yemek ve içmek hâtırına bile gelmezdi. Yemek getirin yiyelim veyâ falanca yemeği pişiriniz demezdi. Yemek getirirlerse yer, her ne meyve verseler kabûl ederdi. Ba'zan aylarca az yer, açlığı severdi. Ba'zan da çok yerdi. Yemeği üç parmakla yerdi. Yemek sonunda su içmezdi. Suyu otururken içerdi. Başkaları ile yemek yerken, herkesden sonra el çekerdi. Herkesin hediyesini kabûl ederdi. Hediye getirene karşılık olarak, katkat fazlasını verirdi.
Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem", hicretin sekizinci senesi, Ramezân-ı şerîfin onuncu Pazartesi günü, onikibin kahraman ile birlikde, Medîneden çıkarak Ramezânın yirminci Perşembe günü Mekke-i mükerremeyi feth eyledi. Ertesi Cum'a günü hutbe okurken, mubârek başında siyâh sarık sarılı idi. Mekkede onsekiz gün kalıp Huneyne gitdi. Sarığının ucunu sarkıtırdı. (Sarık, müslümânlar ile kâfirler arasını ayırır) buyururdu. Çeşidli elbise giymek âdeti idi. Yabancı devlet sefîrleri gelince süslenirdi. Ya'nî kıymetli ve nefîs elbise giyerek, güzel yüzünü gösterirdi. Önce, altın yüzük takardı. Sonra, taşı akîkden gümüş yüzük takdı. Yüzüğünü mühür olarak kullanırdı. Yüzüğü üzerinde(Muhammedün Resûlullah) yazılı idi. Erkeklerin altın yüzük takmaları, dört mezhebde de câiz değildir. -devamı var- (Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye)
Huzur Damlaları...
Muhammed bin Kutbüddîn-i İznîkî "rahime-hullahü teâlâ" hazretleri buyurdu ki,(Oruc tutanların bayramı, üç nev'dir: Câhiller bayramı, âlimler bayramı, Enbiyâ ve Evliyâ bayramı. Câhiller bayramı, akşam olunca, iftâr ederler. Ve istediklerini yerler ve içerler ve bizim bayramımız budur derler. Âlimler bayramı, akşam olunca, iftâr ederler. Eğer, Allahü azîm-üş-şân tutduğumuz orucdan râzı olduysa, bizim bayramımız budur derler. Eğer râzı olmadı ise, bizim hâlimiz nice olur, diye tefekkür ederler. Ammâ Enbiyâ ve Evliyâ bayramı, rü'yetullahdır. Onlar Allahü azîm-üş-şânın rızâsına müştakdırlar.)[İslam Ahlakı]
Büyükler buyuruyorlar ki: "En büyük haram, en büyük günah, Cenab-ı Hakkı unutmaktır. Allahü tealayı unutarak yapılan her iş, iş değildir. Allahü tealayı unutarak yapılan her şey hiçtir. Ancak her amel ihlâsla, Allah için yapılırsa makbul olur. Oruç tutmak çok büyük ibadetdir. Ama rejim yapmak için oruç tutarsa on para etmez..."
Abdullah ibni Abbas hazretleri buyuruyor ki, (Günlerin en kıymetlisi Cum'a günüdür, ayların en kıymetlisi Ramazân-ı şerîf ayıdır. İşlerin en kıymetlisi ihlâs ile kılınan namâzdır).
Muhammed bin Kutbüddîn-i İznîkî "rahime-hullahü teâlâ" hazretleri buyurdu ki,(Oruc tutanların bayramı, üç nev'dir: Câhiller bayramı, âlimler bayramı, Enbiyâ ve Evliyâ bayramı. Câhiller bayramı, akşam olunca, iftâr ederler. Ve istediklerini yerler ve içerler ve bizim bayramımız budur derler. Âlimler bayramı, akşam olunca, iftâr ederler. Eğer, Allahü azîm-üş-şân tutduğumuz orucdan râzı olduysa, bizim bayramımız budur derler. Eğer râzı olmadı ise, bizim hâlimiz nice olur, diye tefekkür ederler. Ammâ Enbiyâ ve Evliyâ bayramı, rü'yetullahdır. Onlar Allahü azîm-üş-şânın rızâsına müştakdırlar.)[İslam Ahlakı]
Büyükler buyuruyorlar ki: "En büyük haram, en büyük günah, Cenab-ı Hakkı unutmaktır. Allahü tealayı unutarak yapılan her iş, iş değildir. Allahü tealayı unutarak yapılan her şey hiçtir. Ancak her amel ihlâsla, Allah için yapılırsa makbul olur. Oruç tutmak çok büyük ibadetdir. Ama rejim yapmak için oruç tutarsa on para etmez..."
Abdullah ibni Abbas hazretleri buyuruyor ki, (Günlerin en kıymetlisi Cum'a günüdür, ayların en kıymetlisi Ramazân-ı şerîf ayıdır. İşlerin en kıymetlisi ihlâs ile kılınan namâzdır).
Hikmetler...
DİŞ KİRASI
Eski Ramazan-ı şerif iftarlarının bize mahsus güzel âdetlerinden biri "diş kirası"dır. Misafirler, hâne sahibine veda ederken, bir miktar para veya değerli bir hediyelik eşya verilerek uğurlanırlardı. "Diş kirası" denilen bu hediyenin zarif gerekçesi, davetlilerin o gece zahmet edip gelerek, hâne sahibinin sevap kazanmasına vesile olmasıdır. Tabiî işin aslı, bu vesile ile muhtaçlara yardımda bulunmak, onları sevindirmektir. Bu sadece müslüman Türklere ait bir âdettir...
DİŞ KİRASI
Eski Ramazan-ı şerif iftarlarının bize mahsus güzel âdetlerinden biri "diş kirası"dır. Misafirler, hâne sahibine veda ederken, bir miktar para veya değerli bir hediyelik eşya verilerek uğurlanırlardı. "Diş kirası" denilen bu hediyenin zarif gerekçesi, davetlilerin o gece zahmet edip gelerek, hâne sahibinin sevap kazanmasına vesile olmasıdır. Tabiî işin aslı, bu vesile ile muhtaçlara yardımda bulunmak, onları sevindirmektir. Bu sadece müslüman Türklere ait bir âdettir...
Fatih Sultan Mehmet dönemi sadrazamlarından Mahmut Paşa, tarihimizin ünlü cömert ve hayırseverleri arasındadır. Her vesileyle yoksullara yardım etmekten zevk alan Mahmut Paşa, Ramazan ayı geldiğinde kesenin ağzını büsbütün açardı. Hele, konağında verdiği iftar ziyafetleri dillere destandı. Buradaki ziyafetin, başka zengin evlerinde rastlanmayan bir özelliği olduğu için...
Onun sofrasında oruç açanlar, diş kirasına ilâveten her akşam, mutlaka ikram edilen nohutlu pilavın gelmesini dört gözle beklerlerdi. Dişlerine takılma ihtimali olan sert bir sahte nohut yakalama ümidiyle... Çünkü Paşa, kazanlarda pilav pişirilirken, içine nohut biçimi verilmiş altınlar da attırırdı.
İşte bu olay, hâlâ hemen herkesin bildiği ve kullandığı bir atasözümüzün doğmasına sebep olmuştur: "Kısmetinde olan, kaşığında çıkar." [Türkiye Takvimi]
Onun sofrasında oruç açanlar, diş kirasına ilâveten her akşam, mutlaka ikram edilen nohutlu pilavın gelmesini dört gözle beklerlerdi. Dişlerine takılma ihtimali olan sert bir sahte nohut yakalama ümidiyle... Çünkü Paşa, kazanlarda pilav pişirilirken, içine nohut biçimi verilmiş altınlar da attırırdı.
İşte bu olay, hâlâ hemen herkesin bildiği ve kullandığı bir atasözümüzün doğmasına sebep olmuştur: "Kısmetinde olan, kaşığında çıkar." [Türkiye Takvimi]
Fıkıh Bilgileri...
İMSAK VAKTİ
(Rıyâd-un-nâsıhîn)de diyor ki: (Bekara sûresindeki bir âyet-i kerîmede meâlen, (Beyâz iplik siyâhdan ayırd edilinceye kadar yiyiniz, içiniz!)buyurulmuşdur. Bu ipliklerin, gündüzün beyâzlığı ile gecenin siyâhlığı olduklarını anlatmak için, dahâ sonra (Fecrin) kelimesi nâzil oldu. Gündüzün beyâzlığı ile gecenin siyâhlığı, iplik gibi birbirinden ayrılınca, oruca başlanacağı anlaşıldı). (Mecma'ul-enhür)de ve (Hindiyye) de diyor ki, (Hanefî mezhebi âlimlerinin çoğuna göre, üfkun bir yerinde beyâzlık başlayınca, (İmsâk vakti) olup, oruca başlanır. Bundan [15] dakîka sonra beyâzlık üfk üzerine ip gibi yayılınca, sabâh namâzı vakti başlar. Böyle yapmak ihtiyâtlı olur. [Ya'nî, tedbirli, iyi olur]). Namâzı da, orucu da, bütün âlimlere göre sahîh olur. Oruca ikinci vaktden sonra başlamışsa, şübheli olur. Astronomik hesâblar ile birinci vakt bulunmakda ve takvîmlere birinci vakt yazılmakdadır. Şimdi, ba'zı takvîmlere ikinci vaktin hattâ bundan sonra başlıyan kızıllığın yayıldığı zemânın yazıldığı görülüyor. Bu yeni takvîmlere uyanların orucları sahîh olmaz. İmsâkin iki vakti arasındaki [On dakîka kadar]zamâna (İhtiyât zemânı) denir. Bu zamâna temkîn demek doğru değildir. İmsâki şübheli zemâna gecikdirmenin mekrûh olduğunu, (Bahr-ür-râık) sâhibi de bildirmekdedir. Hele kızıllığın sonunda başlanılan oruclar hiç sahîh olmaz. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye]
İMSAK VAKTİ
(Rıyâd-un-nâsıhîn)de diyor ki: (Bekara sûresindeki bir âyet-i kerîmede meâlen, (Beyâz iplik siyâhdan ayırd edilinceye kadar yiyiniz, içiniz!)buyurulmuşdur. Bu ipliklerin, gündüzün beyâzlığı ile gecenin siyâhlığı olduklarını anlatmak için, dahâ sonra (Fecrin) kelimesi nâzil oldu. Gündüzün beyâzlığı ile gecenin siyâhlığı, iplik gibi birbirinden ayrılınca, oruca başlanacağı anlaşıldı). (Mecma'ul-enhür)de ve (Hindiyye) de diyor ki, (Hanefî mezhebi âlimlerinin çoğuna göre, üfkun bir yerinde beyâzlık başlayınca, (İmsâk vakti) olup, oruca başlanır. Bundan [15] dakîka sonra beyâzlık üfk üzerine ip gibi yayılınca, sabâh namâzı vakti başlar. Böyle yapmak ihtiyâtlı olur. [Ya'nî, tedbirli, iyi olur]). Namâzı da, orucu da, bütün âlimlere göre sahîh olur. Oruca ikinci vaktden sonra başlamışsa, şübheli olur. Astronomik hesâblar ile birinci vakt bulunmakda ve takvîmlere birinci vakt yazılmakdadır. Şimdi, ba'zı takvîmlere ikinci vaktin hattâ bundan sonra başlıyan kızıllığın yayıldığı zemânın yazıldığı görülüyor. Bu yeni takvîmlere uyanların orucları sahîh olmaz. İmsâkin iki vakti arasındaki [On dakîka kadar]zamâna (İhtiyât zemânı) denir. Bu zamâna temkîn demek doğru değildir. İmsâki şübheli zemâna gecikdirmenin mekrûh olduğunu, (Bahr-ür-râık) sâhibi de bildirmekdedir. Hele kızıllığın sonunda başlanılan oruclar hiç sahîh olmaz. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye]
Menkıbeler...
Muhammed Çelebi Sultan hazretlerinin vefâtından sonra talebelerinden biri onu rüyâsında çok görür, rûhâniyetiyle irtibât kurardı. Bu talebesi bir defâsında üç meselede tereddüde düşer. Bunlardan biri o sene Ramazanın başlangıcı ile ilgiliydi. Şehrin kâdısı Pazar günü diyor, onlarsa Cumartesi olduğunu söylüyorlardı. İkinci mesele, câmilerinin kıblesinin doğru olup olmadığı husûsunda bir ihtilaf çıkmıştı. Bir husus da kendisine düşmanlık yapan, huzursuz eden bir kimseye bedduâ etmesi istendiği halde o etmiyordu. Bu hususlarda tereddüdü vardı. Bir gece rüyâsında kendisini hocası Muhammed Çelebi Sultan'ın türbesinde gördü. Buraya nasıl geldim diye şaşarken hocası kabrinden çıkıp; "Allahü teâlânın izniyle biz getirdik." buyurdu. Bunun üzerine; "Efendim size birkaç suâlim var." deyince, soruları sormadan suâlinin birisi mescidin kıblesi meselesi değil mi? Kıblesi doğrudur. Kâbe'ye karşıdır. Şüphe etme." dedi. "Bir suâlim daha var." deyince; "Ramazanın başlangıcı değil mi? Cumartesi günüdür. Kâdı ilim sâhibi fakat keşif sâhibi olmadığından kalp gözü açık değil." dedi. "Efendim o kâdı sizin yolunuzu seviyor, muhabbeti var." deyince; "Evet muhabbeti var. Fakat riyâ ve gösterişten geçip meydana gelmeye kâdir değildir." buyurdu. "Sultanım bir suâlim daha kaldı." deyince, daha o anlatmadan; "Evet o bize mensub olan şahıs değil mi? Bizim hatırımızı gözeterek ona bedduâ etmediğin için memnun kaldık. Allahü teâlânın izniyle onu bir terbiye edelim. Islah olmazsa hakkından geliriz." buyurdu.
Muhammed Çelebi Sultan hazretlerinin vefâtından sonra talebelerinden biri onu rüyâsında çok görür, rûhâniyetiyle irtibât kurardı. Bu talebesi bir defâsında üç meselede tereddüde düşer. Bunlardan biri o sene Ramazanın başlangıcı ile ilgiliydi. Şehrin kâdısı Pazar günü diyor, onlarsa Cumartesi olduğunu söylüyorlardı. İkinci mesele, câmilerinin kıblesinin doğru olup olmadığı husûsunda bir ihtilaf çıkmıştı. Bir husus da kendisine düşmanlık yapan, huzursuz eden bir kimseye bedduâ etmesi istendiği halde o etmiyordu. Bu hususlarda tereddüdü vardı. Bir gece rüyâsında kendisini hocası Muhammed Çelebi Sultan'ın türbesinde gördü. Buraya nasıl geldim diye şaşarken hocası kabrinden çıkıp; "Allahü teâlânın izniyle biz getirdik." buyurdu. Bunun üzerine; "Efendim size birkaç suâlim var." deyince, soruları sormadan suâlinin birisi mescidin kıblesi meselesi değil mi? Kıblesi doğrudur. Kâbe'ye karşıdır. Şüphe etme." dedi. "Bir suâlim daha var." deyince; "Ramazanın başlangıcı değil mi? Cumartesi günüdür. Kâdı ilim sâhibi fakat keşif sâhibi olmadığından kalp gözü açık değil." dedi. "Efendim o kâdı sizin yolunuzu seviyor, muhabbeti var." deyince; "Evet muhabbeti var. Fakat riyâ ve gösterişten geçip meydana gelmeye kâdir değildir." buyurdu. "Sultanım bir suâlim daha kaldı." deyince, daha o anlatmadan; "Evet o bize mensub olan şahıs değil mi? Bizim hatırımızı gözeterek ona bedduâ etmediğin için memnun kaldık. Allahü teâlânın izniyle onu bir terbiye edelim. Islah olmazsa hakkından geliriz." buyurdu.
İstanbul için İmsak ve İftar vakitleri...
(8 Ramazân 1430 - 28 Ağustos 2009 Cuma)
İmsak: 04.30 İftar: 19.53
Not: İmsak vakti, oruca başlama zamanıdır. Sabah namazı imsaktan 15 dakika sonra kılınabilir.
(8 Ramazân 1430 - 28 Ağustos 2009 Cuma)
İmsak: 04.30 İftar: 19.53
Not: İmsak vakti, oruca başlama zamanıdır. Sabah namazı imsaktan 15 dakika sonra kılınabilir.
Diğer şehirler ve ülkeler için: